TÜRK ANAYASA HUKUKU SİTESİ

(www.anayasa.gen.tr)

 

 


Kemal Gözler, “Hükümet Sistemimiz Değişecek mi?”, Türkiye Günlüğü, Bahar 2104, Sayı 118, s.62-69. (www.anayasa.gen.tr/hs-degisecek-mi.htm) (Konuluş Tarihi: 23 Temmuz 2014)


 

Makalenin Türkiye Günlüğü Dergisinde yayınlandığı orijinal sayfa numaraları metin içinde [s.XX] şeklinde gösterilmiştir.

 [s.62]

 

HÜKÜMET SİSTEMİMİZ DEĞİŞECEK Mİ?

 

  

Kemal Gözler*

Bilindiği gibi 28 Ağustos 2014 günü onbirinci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün görev süresi sona erecek. Yerine geçecek onikinci Cumhurbaşkanını belirlemek için 10 Ağustos 2014 Pazar günü seçim yapılacak. Bu turda geçerli oyların salt çoğunluğu ile bir Cumhurbaşkanı seçilemez ise iki hafta sonra, yani 24 Ağustos Pazar günü ikinci tur seçimler yapılacak. 

Cumhurbaşkanı seçiminde üç aday var: AKP’nin adayı Recep Tayyip Erdoğan, CHP, MHP, BTP, DP ve DSP’nin ortak adayı Ekmeleddin İhsanoğlu ve HDP’nin adayı Selahattin Demirtaş.

Önümüzdeki seçimlerde seçilecek Cumhurbaşkanı Türkiye’nin onikinci Cumhurbaşkanı olacak. Ancak bu seçimlerin önceki seçimlerden büyük bir farkı var. Önceki on[1] Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmiş iken, yeni Cumhurbaşkanı doğrudan halk tarafından seçilecek.

Bugünlerde Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin hükümet sistemimizi değiştirip değiştirmeyeceği veya en azından mevcut hükümet sistemimiz üzerinde ne gibi etkileri olacağı hararetle tartışılıyor.

Biz de bu makalede böyle bir tartışma içine gireceğiz. Ama önce bazı tespitlerde bulunalım:

1876 tarihli Kanun-u Esasiden buyana Türk anayasa koyucuları anayasal sistemimizi parlâmenter hükûmet sistemi modeline uygun olarak dizayn etmişlerdir. Osmanlı dönemi dâhil, Türkiye’nin parlâmenter hükûmet sistemi dışında bir deneyimi yoktur.

Yürürlükte olan 1982 Anayasası da hiç şüphesiz parlâmenter hükûmet sistemini benimsemiş, yasama organı [s.63] ile yürütme organı arasındaki karşılıklı ilişkileri bu modeli esas alarak düzenlemiştir. 

Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi usulü, 1982 Anayasasında 21 Ekim 2007 tarihli halkoylamasıyla onaylanan 31 Mayıs 2007 tarih ve 5678 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunuyla getirilmiştir. Söz konusu Anayasa Değişikliği Kanunu, Cumhurbaşkanının seçim usûlünü değiştirmiş, ancak Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerine ilişkin bir değişiklik yapmamıştır. Yine söz konusu Anayasa Değişikliği Kanununda, yasama organı ile yürütme organı arasındaki ilişkilerde, bu organların karşılıklı görev ve yetkilerinde yapılan tek bir değişiklik yoktur. 

Bununla birlikte Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerinde bir değişiklik olmamasına rağmen, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmiş olması, sistemin işleyişinde eskiye göre önemli farklılıklara yol açabilir. Zira Anayasamızın 105’nci maddesine göre 

“Cumhurbaşkanının, Anayasa ve diğer kanunlarda Başbakan ve ilgili bakanın imzalarına gerek olmaksızın tek başına yapabileceği belirtilen işlemleri dışındaki bütün kararları, Başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır; bu kararlardan Başbakan ve ilgili bakan sorumludur”.

Bu hüküm bütün parlâmenter demokrasilerin anayasalarında görülen bir hükümdür ve anayasa hukuku literatüründe kendisine “karşı-imza” denen kurumu ifade eder. Bizdeki 105’inci maddenin benzeri maddeler, parlâmenter hükûmet sistemine sahip bütün devletlerin anayasalarında vardır. Ancak bu anayasalarda, cumhurbaşkanlarının hangi işlemleri tek başına yapabilecekleri hususu tereddüde mahal vermeyecek bir açıklıkta tek tek sayılmıştır[2].  Ne var ki bizim Anayasamızın 105’nci maddesinde “Cumhurbaşkanının, Anayasa ve diğer kanunlarda Başbakan ve ilgili bakanın imzalarına gerek olmaksızın tek başına yapabileceği belirtilen işlemleri dışındaki bütün kararları”nın Başbakan ve ilgili bakanın karşı-imzasına tâbi olduğu hüküm altına alınmış olsa da, maalesef ne Anayasamızda, ne de başka kanunlarımızda “Cumhurbaşkanının Başbakan ve ilgili bakanın imzalarına gerek olmaksızın tek başına yapabileceği işlemler” sayılmamıştır. Bu konu uygulamada da, doktrinde de tartışmalıdır[3].

Anayasamızın 104’üncü maddesi Cumhurbaşkanına 30 küsur görev ve yetki vermektedir. Bu görev ve yetkilerden hangilerini Cumhurbaşkanının tek başına kullanabileceği, hangilerini ise Başbakan ve ilgili bakanın karşı imzaları ile kullanabileceği hususu belirsizdir. Cumhurbaşkanı ile Hükümet arasında bir çatışma çıkarsa, Cumhurbaşkanı söz konusu yetkiyi tek başına kullanabileceğini, hükümet ise bu yetki için Başbakan ve ilgili bakanın karşı imzasını alması gerektiğini iddia edebilecektir.

Şimdiye kadar bu tür çatışmaların çözümünde -en azından doktrindeki- hâkim görüş, Cumhurbaşkanının icraî nitelikteki işlemlerinin karşı-imza kuralına tâbi olduğu yolundaydı. Bu görüşün temelinde çok sağlam bir argüman vardı: Deniyordu ki, Hükümet halkın temsilcilerine karşı sorumludur ve demokratik bir meşruluğu vardır. Cumhurbaşkanı ise sorumsuzdur ve böyle bir meşruluktan yararlanmaz. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle bu argüman yıkılacaktır. Halk tarafından seçilen bir Cumhurbaşkanı pekâlâ Hükümete ve TBMM’ye, “size ne oluyor, beni de halk seçti; ben de en az sizin kadar demokratik meşruluğa sahibim” diyebilecektir. Halk tarafından seçilen ve bunu diyen bir Cumhurbaşkanı artık kimsenin diyeceği bir şey olamaz.

[s.64] Cumhurbaşkanı ile Hükümet arasında çatışma çıkarmaya aday bir mesele daha vardır: Bu mesele Cumhurbaşkanının başta kanun hükmünde kararnameler olmak üzere Bakanlar Kurulu kararlarını ve üçlü kararnameleri imzalamayı reddedip reddedemeyeceği meselesidir. Bu mesele yakın tarihimizde pek çok defa yaşanmıştır. Bu konuda en tipik örnek onuncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer dönemidir (2000-2007). Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer gerek Bülent Ecevit, gerekse Recep Tayyip Erdoğan Hükümetleri döneminde adı geçen Hükümetlerin pek çok kararnamesini imzalamayı reddetmiş ve neticede adı geçen hükümetler zaman zaman kararname çıkaramaz hâle gelmiştir. Üçlü kararname ile atanması gereken pek çok kamu görevlisinin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in imza atmayı reddetmesi nedeniyle atanamadığı hâlâ hatırlardadır[4].

Cumhurbaşkanının kararnameleri imzalamayı reddedip reddedemeyeceği meselesi Türkiye’de ne anayasal olarak, ne de doktrinde çözümlenmiş bir mesele değildir. Aynı mesele yeni Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra da yaşanabilir. Eskiden hiç olmazsa doktrinin çoğunluğunda, hükümetin halkın temsilcilerine karşı sorumlu olduğu ve demokratik bir meşruluktan yararlandığı, Cumhurbaşkanının ise böyle bir meşruluktan yararlanmadığı gerekçesi ileri sürülerek, Cumhurbaşkanının hükümetin kararnamelerini imzalamayı reddedemeyeceği görüşü savunulmaktaydı. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinden sonra artık böyle bir görüşün savunulamayacağı açıktır. Zira artık Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilecektir ve dolayısıyla o da en az hükümet ve parlâmento kadar demokratik meşruluğa sahip olacaktır.

Her halükarda önümüzde Cumhurbaşkanı seçimlerinden sonra Türkiye’de Hükümet ile Cumhurbaşkanı arasında bir kriz çıkma ihtimali vardır.  Bu ihtimali aşağıda çeşitli varsayımlarla resmetmeye çalışacağız:

1. Birinci Varsayım: Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanı Seçilmesi

Ekmeleddin İhsanoğlu Cumhurbaşkanı seçilirse, ortaya iki tür kriz çıkabilir:

a) Cumhurbaşkanı Ekmeleddin İhsanoğlu, Anayasanın 104’üncü maddesinde kendisine verilen yetkileri, Başbakan ve ilgili bakanın karşı-imzasını almadan kullanmaya kalkabilir. Böyle bir Cumhurbaşkanına karşı şimdiye kadar, hükümetin halkın temsilcileri karşısında sorumlu olduğu ve demokratik meşruluktan yararlandığı argümanı ileri sürülerek karşı-imza almadan tek başına işlem yapmaması gerektiği argümanı ileri sürülüyordu. Haliyle halk tarafından seçilen bir Cumhurbaşkanına karşı bu argüman artık ileri sürülemez. Çünkü o da artık en az Hükümet ve Parlâmento kadar demokratik meşruluğa sahip bir makamdır.

b) Cumhurbaşkanı Ekmeleddin İhsanoğlu, gerek kanun hükmünde kararnameleri, gerek Bakanlar Kurulunun diğer kararnamelerini ve kararlarını, gerekse üçlü kararnameleri imzalamayı reddedebilir. Nitekim Anayasamızın 104’üncü maddesinin Cumhurbaşkanına verdiği görev ve yetkilerden birisi de “kararnameleri imzalamak” görev ve yetkisidir. Kararnameleri imzalamayan bir Cumhurbaşkanına, şimdiye kadar kendisinin demokratik meşruluğa sahip olmadığı, böyle bir meşruluğa sahip olan hükümetin işlemesini bloke etmemesi gerektiği söylenerek karşı çıkılıyordu. Haliyle halk tarafından seçilen bir Cumhurbaşkanına artık bu şekilde karşı çıkılması mümkün olmayacaktır. 

Yukarıdaki (a) ve (b) ihtimallerinde ortaya çıkacak krizi çözecek bir mekanizma [s.65] Anayasamızda yoktur. Bu krizde kimin haklı olduğu zaten doktrinde dahi belli değildir. Anayasada da zaten Cumhurbaşkanını kararnameleri imzalamaya zorlayacak bir mekanizma yoktur. Kararnameleri imzalamayan Cumhurbaşkanına karşı Hükümetin yapabileceği bir şey bulunmamaktadır.

Yukarıdaki ihtimalde tasvir edilen sistem, başkanlık sistemi değil, tipik bir parlâmenter hükûmet sistemidir. Saf bir parlâmenter hükûmet sisteminden farklı olarak iki başlı ve kriz içinde yüzmeye aday bir parlâmenter hükûmet sistemidir. Böyle bir sistemde Cumhurbaşkanı ile Hükümet arasındaki muhtemel krizler yüzünden ülke yönetilemez hâle gelebilecektir.

2. İkinci Varsayım: Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı Seçilmesi

Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda ortaya yukarda bahsedilen tarzda bir anayasal kriz çıkmaz. Haliyle bunun için AKP’nin devamlı iktidarda olması şarttır. Bu nedenle buradaki durumu da AKP’nin iktidarda olup olmamasına göre durumu ikiye ayırarak incelemek gerekir: 

a) AKP İktidarda Kalmaya Devam Ederse

AKP iktidarda kalmaya devam ederse Cumhurbaşkanı ile Hükümet arasında bir kriz çıkmaz. Ancak bu durumda da Anayasamızın hükümete verdiği yetkilerin fiilen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eline geçme ihtimali vardır. Oysa Anayasamızın 112’nci maddesi ülkemizin “genel siyasetini yürütme” görevini, Cumhurbaşkanına değil, Başbakan ve Bakanlar Kuruluna vermiştir. Yani Türkiye’de hükümet, Cumhurbaşkanı değil, Başbakan ve Bakanlar Kuruludur.

Anayasa böyle diyor olsa bile, Cumhurbaşkanı ile Hükümet aynı partiden olursa, pek muhtemelen, bütün yetkiler gerçekte Cumhurbaşkanı tarafından kullanıyor hâle gelebilir. Bu fiilî değişikliğin Anayasaya aykırı olduğunu da ispat etmek mümkün olmaz. Örneğin Bakanlar Kurulu kararıyla kararlaştırılacak bir konuda gerçekte Cumhurbaşkanı karar alır ve karar tasarısını hazırlatıp Başbakan ve diğer bakanlara bunun altını imzalatabilir. Bunu biz dışarıdan bilemeyiz. Keza üçlü kararname ile yapılabilecek bir atamada gerçek yetki aslında ilgili bakandadır. Ama yeni sistemde üçlü kararnameyle atanacak kişi için Başbakana veya ilgili bakana kararnameyi hazırlayın bana getirin diyebilir. Böyle bir atamanın normalde anayasal sistemimize aykırı olduğu düşünülebilir. Ama mahkeme önünde bunu ispat etmek mümkün olmaz. Sistemin gerçekte nasıl çalıştığı dışarıdan bakılarak anlaşılamaz. Atanan kişiyi gerçekte Cumhurbaşkanı mı seçmiştir; yoksa ilgili bakan mı seçmiştir; bu dışarıdan bu bilinemez.

Görüldüğü gibi Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilirse ve AKP iktidarda kalmaya devam ederse, Anayasamızın Hükümete verdiği yetkiler fiilen Cumhurbaşkanı tarafından kullanılıyor hâle gelebilir. Bu durumda ise ülke, aynen başkanlık sisteminde olduğu gibi Cumhurbaşkanı tarafından yönetilmeye başlanır. Eğer durum bu olursa, buna “yarı-başkanlık” değil,  “fiili tam başkanlık sistemi” demek gerekir.

Ne var ki sistemin bu şekilde işlemesi, Başbakan ve bakanların sistemin bu şekilde işlemesine rıza göstermelerine bağlıdır. Yukarıdaki paragrafta anlatılan sistem, hükümetten Cumhurbaşkanına doğru fiili bir yetki devri anlamına gelecektir. Bu sistem yetkilerini gönüllü olarak devretmeyi kabul etmiş Başbakan ve bakanlar oldukça işleyebilecektir. Cumhurbaşkanının böyle Başbakan ve bakanlar bulup bulamayacağı sorunu haliyle anayasa hukukunu ilgilendiren bir sorun değildir. Ancak şunu belirtmek gerekir ki, yetkilerini gönüllü olarak Cumhurbaşkanına [s.65] devredecek Başbakan ve bakanların yetkiyi devretmekle sorumluluğu devretmediklerini bilmeleri gerekir. Zira Cumhurbaşkanı Anayasamızın 105’inci maddesine göre, vatana ihanet dışında  sorumsuzdur. Cumhurbaşkanının Başbakan ve ilgili bakanlar tarafından imzalanmış bütün kararlarından Başbakan ve ilgili bakan sorumludur. Örneğin üçlü kararnameyle atanmaması gereken bir kişi atanmış ise, bunun hesabını bir gün Cumhurbaşkanı değil, atama kararnamesinin altında imzaları bulunan başbakan ve bakan verir.

Yukarıda açıkladığımız gibi Başbakan ve bakanlar, yetkilerini gönüllü olarak Cumhurbaşkanına devretmeyi kabul ederlerse, sistem fiilî tam başkanlık sistemi olarak çalışır. Ancak eğer Başbakan veya bir bakan yetkisini devretmeye yanaşmaz, yani Cumhurbaşkanının istediği karar veya kararnameye imza atmayı kabul etmez ise ne olur? Acaba Cumhurbaşkanı böyle bir Başbakanı veya bakanı görevden alabilir mi? Soruya adım adım cevap verelim:

aa) Bir bakan, Cumhurbaşkanının istediği kararnameyi imzalamayı reddederse Cumhurbaşkanı bu bakanı görevden alabilir. Çünkü Anayasamızın 109’uncu maddesine göre Cumhurbaşkanının bakanları azletme yetkisi vardır. Bununla birlikte Cumhurbaşkanı, bu yetkisini ancak “Başbakanın önerisi üzerine” kullanabilir (m.109/3). Başbakan istemedikçe Cumhurbaşkanı bir bakanın görevine doğrudan doğruya son veremez. Dolayısıyla yetkilerini Cumhurbaşkanına devretmeye yanaşmayan bir bakan ancak Başbakanın rızasıyla Cumhurbaşkanı tarafından görevinden alınabilir.

bb) Başbakan, Cumhurbaşkanının istediği bir kararnameyi imzalamayı reddederse, Cumhurbaşkanının bu Başbakan hakkında hukuken yapabileceği bir şey yoktur. Anayasamız Cumhurbaşkanına Başbakanı azletme yetkisini vermemiştir. Başbakan, Cumhurbaşkanına karşı değil, Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı sorumludur ve sadece onun güvensizlik oyuyla görevden alınabilir. Dolayısıyla Başbakan, Cumhurbaşkanının imzalamasını istediği kararnameleri imzalamayı reddedebilir. Reddetmesi durumunda da Cumhurbaşkanının böyle bir Başbakana karşı hukuken yapabileceği bir şey yoktur. Şüphesiz böyle bir Cumhurbaşkanı, parlâmentoda çoğunluk olan partisinin milletvekillerini hala kontrol edebiliyorsa, söz konusu Başbakan hakkında parlamentoda gensoru önergesi verdirerek, güvensizlik oyuyla onu düşürtebilir ve daha sonra yetkilerini kendisine devretmeyi kabul eden bir başka milletvekilini Başbakan olarak atayabilir.

Dolayısıyla Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi ihtimalinde sistemin nasıl işleyeceği meselesi, nihaî tahlilde Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP milletvekilleri üzerinde ne derece hâkim olacağı meselesine bağlıdır. Haliyle bu mesele hukukî değil, siyasi bir meseledir.

cc) Eğer Cumhurbaşkanı AKP milletvekilleri üzerinde hâkim olamaz ve kendine başkaldıran Başbakanı TBMM’de güvensizlik oyuyla düşürtemez ise, sistem bütünüyle değişir ve sistem “fiilî başkanlık sistemi” olmaktan çıkıp, “parlâmenter hükûmet sistemi” hâline gelir. Ancak bu durum da muhtemelen hükümet ile Cumhurbaşkanı arasında ağır bir kriz çıkar ve ülke yönetilemez hâle gelir.

b) AKP İktidardan Düşerse

Yukarıdaki çıkarımlar, Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Cumhurbaşkanı süresince iktidarda kalacağı varsayımıyla yapılmıştır. Haliyle Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı süresi içinde ilk seçimlerde AKP, TBMM’de sahip olduğu çoğunluğu kaybedip hükümetten düşebilir. Bu ihtimalde ne olacağı sorununu da burada incelememiz gerekir. Cumhurbaşkanlığı [s.67] Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olduğu bir dönemde TBMM çoğunluğu ona muhalif partilerden oluşursa, ortaya Türk tarihinde görmediğimiz ağırlıkta krizler çıkabilecektir. Çünkü bu ihtimalde, bir tarafta halk tarafından seçilmiş güçlü bir Cumhurbaşkanı, diğer tarafta ise ona son derece muhalif bir parlamento çoğunluğu ve bu çoğunluğa dayanan hükümet bulunacaktır. Bu ihtimal aslında yukarıda gördüğümüz Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanı ve AKP’nin hükümette olduğu varsayımıyla ­-tersinden de olsa­- aynı varsayımdır. O varsayım için yaptığımız açıklamalar Cumhurbaşkanı ve hükümet isimleri farklı da olsa burada geçerli olacaktır. Bu konu için de oraya bakılmalıdır. 

Ancak orada yaptığımız açıklamalardan farklı olarak şunu da belirtelim ki, bu son ihtimalde (yani Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması ve muhalefetin de Hükümeti kurması ihtimalinde) ortaya çıkması muhtemel kriz, yukarıda belirttiğimiz ihtimalde ortayla çıkması muhtemel olan krizden çok daha ağır bir kriz olacaktır. Bu ihtimalde Cumhurbaşkanı da, Hükümet de demokratik meşruluğa sahip olduklarını ve her ikisi de ülkeyi yönetme yetkisinin kendilerinde olduğunu iddia edecektir. Pek muhtemelen her ikisi de en ufak bir uzlaşmaya yanaşmayacak ve ülkemiz, içinden çıkılmaz bir kriz içine sürüklenecektir.  

3. Sorunun Genel Boyutları

Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra hükümet sistemimizin değişip değişmeyeceği, değişecek ise ne yönde değişeceği meselesi aslında Recep Tayyip Erdoğan ve Ekmeleddin İhsanoğlu’na bağlı bir mesele değildir. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini öngören hükümler Anayasa hükmüdür ve bu hükümler yürürlükte kaldıkça Cumhurbaşkanı bundan böyle hep halk tarafından seçilecek ve halk tarafından seçildikçe de yukarıda bahsettiğimiz sorunlar çıkabilecektir. Dolayısıyla bu soruna Recep Tayyip Erdoğan ve Ekmeleddin İhsanoğlu isimlerini bir yana bırakarak genel bir şekilde de yaklaşmak gerekir.

Soruna genel olarak bakıldığında ise şunlar söylenebilir: Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, her ikisi de benzer kuvvetlere sahip, her ikisi de benzer bir demokratik meşruluktan yararlanan iki-başlı bir yürütmeye yol açar. İki-başlılık sorunu, parlâmenter hükûmet sistemlerinde başlardan biri olan Cumhurbaşkanlığı başını sembolik hâle getirerek, onun yetkilerinin içini karşı-imza kuralı denen kurumla boşlatarak çözülmüştür. Parlâmenter hükûmet sistemlerinde iki-başlılık ve keza çifte-meşruluk sorunu orta çıkmaz. Çünkü başlardan birisi olan Cumhurbaşkanı gerçek bir baş değildir. Böyle bir sistemde Cumhurbaşkanını da halk seçerse, bu baş gerçek baş hâline gelir. Ve sistem iki direksiyonlu, iki sürücülü bir arabaya benzer. Bu arabanın gitmesi için her iki sürücünün uyum içinde hareket etmesi gerekir. Eğer sürücüler anlaşamaz ise araba devrilir veya bloke olup hareket edemez hâle gelir.

Dolayısıyla Cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiği bir hükûmet sisteminin iyi bir şekilde çalışabilmesinin şartı, Cumhurbaşkanı ile hükümetin uyum içinde olmasıdır. Türkiye’de eğer Cumhurbaşkanı bir partiden, hükümet bir başka partiden olur ise böyle bir uyumun olmasının çok zor olacağı, sadece Recep Tayyip Erdoğan veya Ekmeleddin İhsanoğlu için değil, gelecekte bütün Cumhurbaşkanları için söylenebilir. Böyle bir uyum, Türkiye’de ancak Cumhurbaşkanı ile parlâmento çoğunluğunun aynı siyasal partiden olması durumunda var olabilir.

Milletvekili genel seçimleri ile Cumhurbaşkanı seçimleri aynı anda yapılmayacağına göre, daima Cumhurbaşkanının siyasal eğilimi ile parlâmento çoğunluğunun siyasal eğilimi arasında farklılık ortaya çıkabilir. Böyle [s.67] bir farklılık olması durumunda Türkiye yukarıda açıklamaya çalıştığımız gibi ağır bir siyasal kriz içine girer.

Cumhurbaşkanı ile parlâmento çoğunluğu aynı siyasal eğilimden olursa sistem uyumlu bir şekilde çalışabilir. Ama bu da övünülecek bir şey değildir. Çünkü bu durumda, yukarıda açıklamaya çalıştığımız gibi, hukuken başbakan ve bakanlara ait olan yetkiler fiilen Cumhurbaşkanına devredilmiş olacak, ülke Anayasanın öngörmemesine rağmen fiilen Cumhurbaşkanı tarafından idare ediliyor olacaktır. Bu ise çok büyük bir hile-i şer’iyyeden başka bir şey değildir.

Cumhurbaşkanı ile parlâmento çoğunluğu farklı siyasal eğilimlerden olurlarsa, mevcut parlâmenter hükûmet sistemimiz değişmez. Sistem esas itibarıyla eskiden olduğu gibi bir parlâmenter hükûmet sistemi olarak işler. Ancak böyle bir sistemde Cumhurbaşkanı istediği her zaman hükümetin çalışmasını bloke etme imkânına sahip olur. Cumhurbaşkanı hükümeti bloke ederse ortaya ağır siyasal krizler çıkar. Bu sistem krizli bir parlâmenter hükûmet sistemidir.

Cumhurbaşkanı ile parlâmento çoğunluğu aynı siyasal eğilimlerden olurlarsa mevcut parlâmenter hükûmet sistemimiz değişir ve fiilen tam bir başkanlık sistemi şeklinde işlemeye başlar. Ülke adeta ABD olduğu gibi Cumhurbaşkanı tarafından idare edilir.  Ama bu fiili bir şeydir; çünkü Anayasamıza göre ülkenin genel siyasetini belirleme yetkisi hükümete aittir.

Buna bakarak genel olarak diyebiliriz ki, Cumhurbaşkanı ile parlâmento çoğunluğu farklı siyasal eğilimlerde olur ise, Türkiye’deki sistem “krizli parlâmenter hükûmet sistemi”, aynı siyasal eğilimden olursa da “fiilî tam başkanlık sistemi” olacaktır.

Sonuç

Görüldüğü gibi Cumhurbaşkanının halk seçilmesinden sonra bütün varsayımlarda ortaya çeşitli meselelerin çıkması ihtimal dahilindedir.

Şimdiye kadar Cumhurbaşkanının TBMM tarafından seçildiği saf bir parlâmenter hükûmet sisteminde yaşadık. 1990’lı yıllarda koalisyon hükümetleri döneminde Türkiye’de parlâmenter hükûmet sistemi, hükümet istikrarsızlığına ve güçsüzlüğüne yol açtığı gerekçesiyle şiddetle eleştirilmiştir.  Bu eleştirilerde haklılık payı da vardır. Ancak görülmüştür ki, eleştirilen bu hususlar aslında parlâmenter hükûmet sisteminin kendisinden değil, ülkede güçlü bir tek parti çoğunluğu olmamasından kaynaklanıyormuş. Zira 2002’den beri Türkiye’de parlâmenter hükûmet sistemi uygulanıyor ve bu tarihten beri eleştirilen hususlardan birisi dahi ortaya çıkmamıştır. Demek ki, Türkiye’de de parlâmenter hükûmet sistemi mükemmel olarak çalışabiliyormuş. Nihayette uzun bir yol kat ederek, başarılı bir parlâmenter hükûmet sistemi modeline ulaştıktan sonra, “yarı-başkanlık” veya duruma göre gerçekte “fiilî bir başkanlık sistemi”ne geçilmesinin makul bir sebebi yoktur.

Türkiye’de parlâmenter hükûmet sistemi 12 yıldır başarıyla işlemektedir. Bu sistemde ne sorun görülmüştür ki, sistem değiştirilmektedir? Bunun ne gibi bir kurumsal sebebi olabileceğini ben anlamış değilim. Yoksa bunun altında birtakım psikolojik saikler mi bulunmaktadır? Siyasal liderlere “Başbakan” unvanı yetersiz mi gelmektedir ki illa “Cumhurbaşkanı” olmak istemektedirler[5]? Bunun bir gereği yoktur. Parlâmenter hükûmet sistemine sahip ülkelerde gerçek prestij sahibi kişi, Cumhurbaşkanı değil, Başbakandır. Parlâmenter hükûmet sistemlerinde Cumhurbaşkanlarının ismi bile hatırlanmaz. [s.69] Çünkü gerçek iktidar onlarda değil, başbakanlardadır. Bunun çok basit bir ispatı var: Kendinize sorunuz: Almanya’nın Başbakanının mı, Cumhurbaşkanının mi ismini hatırlıyorsunuz? Ya İtalya’nın Cumhurbaşkanı kimdir? Bilen var mı? Niçin Alman Başbakanları Cumhurbaşkanı olmak istemiyor da Türk Başbakanları Cumhurbaşkanı olmak istiyor?

1876’dan beri bildiğimiz ve nihayet yüz yıl sonra başarılı bir şekilde işletmeyi başardığımız bir sistemi ne diye terk ediyoruz? Daha öncede bu Dergide yayınlanan bir makalemi Mecellenin 56’ncı maddesindeki şu ilkeyi hatırlatarak bitirmiştim: “Beka ibtidadan esheldir”. Bu makaleyi bitirirken de aynı ilkeyi tekrar hatırlatmak ve Türkiye’de parlâmenter hükûmet sistemini korumanın, yeni bir hükümet sistemini denemekten daha kolay ve daha iyi olduğunu söylemek isterim.

 

 

* Prof. Dr. Kemal Gözler, Uludağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesidir.

[1].  “Onbir” değil “on” diyoruz; çünkü yedinci Cumhurbaşkanı Kenan Evren aynı zamanda 1982 Anayasasının kabulü için yapılan 7 Kasım 1982 tarihli halkoylaması ile seçilmiştir.

[2].  Bu konuda bkz.: Kemal Gözler, Anayasa Hukukunun Genel Teorisi, Bursa, Ekin, 2011, c.II, s.214-223.

[3].  Bu konuda bkz. Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Bursa, Ekin, 16. Baskı, 2014, s.323-326. 

[4].  Bu dönemde yaşanmış Cumhurbaşkanı hükümet çakışması konusunda bkz. Kemal Gözler, Cumhurbaşkanı-Hükümet Çatışması: Cumhurbaşkanı Kararnameleri İmzalamayı Reddebilir mi? Bursa, Ekin, 2000.

[5].   Bu sadece Recep Tayyip Erdoğan için değil, Başbakanlıktan sonra Cumhurbaşkanı olmuş Turgut Özal ve Süleyman Demirel için de geçerli bir yargıdır. 

 


 

 

© Kemal Gözler ve Türkiye Günlüğü Dergisi, 2014.

Bu makaleden alıntı yapılırken makaleye aşağıdaki şekilde atıf yapılması önerilir:

Kemal Gözler, “Hükümet Sistemimiz Değişecek mi?”, Türkiye Günlüğü, Bahar 2104, Sayı 118, s.62-69.  (www.anayasa.gen.tr/hs-degisecek-mi.htm)  (Konuluş Tarihi: 23 Temmuz 2014)

 

 

Editör: Kemal Gözler

Ana sayfa: www.anayasa.gen.tr

Bu sayfa:  www.anayasa.gen.tr/hukumet-sistemimiz-degisecek-mi.htm www.anayasa.gen.tr/acilim.htm

Konuluş Tarihi: 23.7.2014