TÜRK ANAYASA HUKUKU SİTESİ

www.anayasa.gen.tr

 

 

 

Kemal Gözler, "Anayasa Değişikliği Gerekli mi?" Türkiye Günlüğü, Sayı 65, Bahar 2001, s.108-123. (www.anayasa.gen.tr/adegisikligi.htm).

 

Makalenin dergide yayınlandığı sayfa numaraları aşağıda metin içinde (s.XX) şeklinde gösterilmiştir.

 

(s.123)

Türkiye Günlüğü, Sayı 65, Bahar 2001, s.108-123.

Anayasa Değişikliği Gerekli mi?
(1982 Anayasası İçin Bir Savunma)

 

 

 

­­______Kemal Gözler                

Doç. Dr. Uludağ Üniversitesi İktisadî ve
İdarî Bilimler Fakültesi öğretim üyesidir
 

I. Genel Olarak

Anayasalar istikrar belgeleridir. Dünyamızın ilk Anayasası olan 1787 Amerika Birleşik Devletleri Anayasası hâlâ yürürlüktedir. Şüphesiz anayasaların istikrar belgeleri olmaları, onların ebedî olduğu anlamına gelmez. Anayasalarda değişiklik yapılması zaman zaman gereklidir. İşte yazılı anayasalar, istikrar gereği ile değişim ihtiyacını uzlaştırma yoluna gitmişler; kendilerinin değiştirileceklerini kabul etmekle birlikte bunun için genellikle kanunların değiştirilmesinden daha zor usûller öngörmüşlerdir. Bu nedenle, yazılı anayasaların neredeyse tamamına yakını katı anayasalardır[1]. Anayasalarda istikrar kural, değişiklik ise istisnadır.

1. Türkiye’de Anayasalar ve Anayasa Değişiklikleri

Ülkemizde ilk Anayasa, 1876 Kanun-u Esasîsidir. Kanun-u Esasî yedi defa değiştirilmiştir. Bu değişikliklerde toplam 35 maddede değişiklik yapılmıştır[2]. Ülkemizdeki ikinci Anayasa tarihli Teşkilât-ı Esasîye Kanunudur. Bu Anayasa, 3 yıl 3 ay yürürlükte kalmış, bu kısa ömrü içinde o da değiştirilmekten kurtulamamıştır almıştır: 23 maddelik bu Anayasanın 6 maddesi 29 Ekim 1923’te değiştirilmiştir. Üçüncü Anayasa, 20 Nisan 1924 tarihli Teşkilât-ı Esasiye Kanunudur. Bu Anayasada da beş defa değişiklik yapılmış anayasanın toplam 21 maddesi değiştirilmiştir[3]. Dördüncü Anayasa, 1961 Anayasasıdır. Bu Anayasada yedi defa değişiklik yapılmış ve bu Anayasanın toplam 54 maddesinde değişiklik yapılmıştır[4]. Beşinci Anayasa, 1982 Anayasasıdır. Bu Anayasada da şimdiye kadar beş değişiklik (s.124) yapılmış[5] ve bu değişikliklerde toplam 24 madde değiştirilmiştir.

Anayasa

Değişiklik
Sayısı

Değiştirilen
Madde Sayısı

1876 Anayasası

7

35

1921 Anayasası

1

6

1924 Anayasası

5

21

1961 Anayasası

7

54

1982 Anayasası

5

24

Toplam: 5 Anayasa

25

140

Görüldüğü gibi ilk Anayasanın kabul edildiği tarihten (1876) bu yana geçen 125 yıllık dönemde toplam 5 yeni Anayasa yapılmış; bu Anayasalarda 25 defa değişiklik yapılmış ve bu değişikliklerden toplam 140 maddede etkilenmiştir. Bu veriler karşısında Türkiye’de Anayasalarda bir istikrar olduğunu söylemek oldukça güçtür. Bu veriler, Türkiye’de Anayasada istikrara değil, değişime daha önem verildiğini göstermektedir.

2. 1982 Anayasasının Sorunu

1982 Anayasası da âdeta daha yapıldığı ilk günden bu yana değiştirilmesi istenen bir Anayasadır. Türkiye’de 1982 Anayasası döneminde Anayasa değişikliği tartışmaları “gündemin değişmeyen konusu”[6] olmuştur. 1982 Anayasası akademisyenler, uygulayıcılar, siyasal partiler, dernekler, sendikalar, basın yayın-organları tarafından şiddetle eleştirilmektedir[7]. 1982 Anayasasının kötü bir anayasa olduğu artık genel kabul görmüş bir kanıdır. Anayasa metnini hayatında görmemiş kişiler dahi Anayasanın kötü bir Anayasa olduğunu inanmaktadır. 20 yıldır bu Anayasa, kendisine karşı kötüleme propagandasına maruz kalmıştır. Bu Anayasanın pek de gerekçe göstermeden, yuvarlak laflarla, her gün, demokrasiye aykırı olduğu, insan haklarını kısıtladığı, hukuk devletini çiğnediği, yargı bağımsızlığını yok ettiği iddia edilmektedir. Bu iddialar şimdiye kadar ispatlanmış değildir. Bir iddiayı herkesin duymuş olması onun doğru olduğu anlamına gelmez. 1982 Anayasasının kötü olduğu iddiası bir “galat-ı meşhur”dur. Bu “galat”, ne kadar “meşhur” olursa olsun, “galat” olmaktan kurutulamaz.

Anayasayla ilgili her duyduğumuz şey, onun aleyhinedir. Durup düşünelim: Anayasayı savunan birisine şimdiye kadar rastladık mı? 1999-2000 Adlî Yıl Açış konuşmasında Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, “Anayasanın meşruluk debisinin neredeyse sıfıra yaklaştığı”[8] iddiasında bulunmuştur. 1982 Anayasasının meşruluk debisinin sıfıra yaklaşıp yaklaşmadığı bilinemez; ama bu Anayasanın savunucu sayısının her zaman sıfır olduğu bir gerçektir. 1982 Anayasasının kabahati,  (s.125) kötü olması değil, savunucusunun olmamasıdır.

İşte biz bu makalede, her şeye rağmen 1982 Anayasasını savunmak istiyoruz. 1982 Anayasasını sağcısından solcusuna kadar Türk aydınları içlerine sindirememişlerdir. Bunun pek çok siyasal nedeni vardır. Bu nedenleri zikrederek herkes, 1982 Anayasasının tümden kaldırılmasını veya önemli ölçüde değiştirilmesini isteyebilirler. Her Türk vatandaşının siyasal olarak bunu istemeye hakkı da vardır. Ancak bu bir siyasal istekten ibarettir. Oysa 1982 Anayasasının değiştirilmesini isteyenler, bunu kendi siyasal tercihlerinin gereği olarak değil, demokrasinin, insan haklarının, hukuk devletinin, yargı bağımsızlığının, çağdaş uygarlığın ve hatta giderek bilimin bir gereği olarak takdim etmektedirler. 1982 Anayasasının aykırı olduğu şey bazı çevrelerdeki hâkim ideolojidir; yoksa, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, çağdaş uygarlık, bilim, vs. değil.

Bugünlerde 1982 Anayasasına yönelik eleştiriler yeniden arttı ve değişiklik teklifleri tekrar gündeme geldi. Türkiye Büyük Millet Meclisinde kendisine “Partilerarası Uzlaşma Alt Komisyonu” ismi verilen Komisyonun 51 maddelik bir değişikliği paketi üzerinde uzlaştığı yolunda 24 Mayıs 2001 tarihli gazetelerde haberler çıktı[9]. Biz temelde bu “Partilerarası Uzlaşma Alt Komisyonu”nun üzerinde uzlaştığı metni[10] esas alarak 1982 Anayasasına yöneltilen başlıca eleştirileri ve değişiklik tekliflerini inceleyeceğiz. Bununla birlikte 1982 Anayasasına yöneltilen bütün eleştirileri ve yapılması istenen bütün değişiklik tekliflerini burada incelemeye girişecek de değiliz. Burada Anayasaya yöneltilen en önemli gördüğümüz on eleştiriyi verip bunlara cevap olarak görüşlerimizi vereceğiz.

II. 1982 Anayasasına Yöneltilen on Eleştiri ve Bu eleştirilere Karşı On Cevap

1982 Anayasasına yöneltilen eleştirileri ve bu eleştirilere karşı cevaplarımızı aşağıdaki gibi özetleyebiliriz.

1. Devletin Dilinin Türkçe Olmasına (m.3/1) Yöneltilen Eleştiri ve Bu Eleştiriye Karşı Cevabımız

Anayasamızın 3’üncü maddesi “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe’dir” demektedir. Devletin dilinin Türkçe olduğunu belirten hüküm görebildiğimiz kadarıyla ilk defa Christian Rumpf tarafından eleştirilmiştir. Yazara göre, “Anayasanın 3’üncü maddesinde resmî dilden öte bir şey kastedilmektedir”[11]. 24 Mayıs 2001 tarihli gazetelerden okuduğumuza göre, Partilerarası Uzlaşma Alt Komisyonu da 3’üncü madde de geçen Devletin “Dili Türkçe'dir” ifadesinin “Resmi dil Türkçe'dir” şeklinde değiştirilmesi konusunda uzlaşmıştır[12].

Kanımızca “devletin dili Türkçe’dir” ifadesinin “resmî dil”den başka bir anlama geldiği ve bu hükmün değiştirilmesi gerektiği düşüncesinde isabet yoktur. Zira, 3’üncü madde de “resmî dil” denmese de “devlet dili”nden kastedilen şey “resmî dil”den başka bir şey olamaz. Zaten maddenin başlığında da “resmî dil” ifadesi kullanılmaktadır. Bunun dışındaki yorumlar oldukça zorlamadır. “Devletin dili Türkçe’dir” hükmünü “Devletin resmî dili Türkçe’dir” diye değiştirmek abesle iştigaldir.  (s.126)

Kaldı ki Anayasanın 3’üncü maddesi değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez bir maddedir. Acaba Partilerarası Uzlaşma Alt Komisyonu hangi yetkiyle bu konuda değişiklik teklif etmektedir? Basında Alt Komisyonun bu hukukî engelin nasıl aşılacağı konusunda anayasa hukukçularından görüş isteyeceği yolunda haberler çıktı[13]. Anlaşılan o ki, yakın gelecekte seçkin anayasa hukuku profesörlerimiz bu konuda hayal güçlerini işleterek, bu küçük “hukukî engelin aşılması” konusunda formüller üreterek hukuka ne kadar saygılı olduklarını gösterecekler.

2. Kanunla Yasaklanmış Herhangi Bir Dilde Yayın Yasağına (m.28/2) Yöneltilen Eleştiri ve Bu Eleştiriye Karşı Cevabımız

Anayasanın 28’inci maddenin ikinci fıkrası göre “kanunla yasaklanmış herhangi bir dilde yayım yapılamaz”[14]. 19 Ekim 1983 tarih ve 2932 sayılı Türkçe’den Başka Dille Yapılacak Yayınlar Hakkında Kanunla bazı dillerle yayın yapılması yasaklanmıştı. Bu Kanun 12 Nisan 1991 tarih ve 3713 sayılı Kanunla yürürlükten kaldırılmıştır. Dolayısıyla Anayasanın 28’inci maddesinin ikinci fıkrası değişmemiş olsa da, Türkiye’de isteyen istediği dilde yayın yapabilmektedir. Anayasa kuralları özgürlüklerin sınırlandırılmasını emreden değil, sınırlandırılmasına izin veren kurallardır. Anayasa belirli dillerde yayın yapılmasının yasaklanabilmesine izin vermesine rağmen, kanun koyucu bu yasaklama iznini kullanmayabilir. Türkiye’de 1991’den beri de kullanmamaktadır. Dolayısıyla ayrıca bir kanunla yasaklanmadıkça, Anayasada böyle bir hükmün olması, Türkiye’de Türkçe dışında başka dillerle yayın yapılmasına engel değildir.

Buna rağmen Partilerarası Uzlaşma Alt Komisyonu Anayasanın 26’ncı maddesinin üçüncü fıkrası ve 28’inci maddenin ikinci fıkrasında değişiklik yapılması konusunda uzlaşmıştır[15]. Türkiye’de bazı çevreler, Anayasanın bu hükmünü (m.28/2) değiştirilmesini önceden beri talep etmekteydiler. TÜSİAD (Bülent TANÖR) bu konuda,

“Anayasanın, antidemokratik bir hükmü ortadan kaldıran yasa değişikliği doğrultusunda değiştirilmesini, Anayasanın yasaya uydurulmasını istemek(tedir)”[16]

Bilindiği gibi, Anayasalar normlar hiyerarşisinde kanunlardan üst seviyede yer alırlar. Anayasa kanunlara değil, kanunlar Anayasa uygun olmak zorundadır. Anayasanın bir kanuna uydurulmasını istemek, normlar hiyerarşisinin anlamını bilmemekten başka bir şey değildir.

Anayasada bazı dillerde yayın yapılmasını yasaklanmasına izin veren hükmüne dayanılarak çıkarılan bir kanun olmasa bile bu hükmün Anayasada varlığı gereklidir. Her devlet kendi dilini şu ya da bu şekilde korumak, başka dilleri ise teşvik etmemek durumundadır. Bugün Fransa’da 4 Ağustos 1994 tarih ve 94-665 sayılı Fransız Dilinin Kullanılması Hakkında Kanun[17], Fransızca’nın belirli yerlerde zorunlu kullanımını öngörmekte; öğretim dilinin Fransızca olduğunu hüküm altına almakta; sadece resmî yazışmaların değil, aynı zamanda iş sözleşmelerinin, işletme yönergelerinin, orijinal versiyondaki filmler, müzik eserleri ve dinî ayinler dışındaki radyo televizyon yayınlarının Fransızca olmasını da zorunlu kılmaktadır. Türkiye de bir gün kendi dilini korumak amacıyla benzer kanunlara ihtiyaç duyabilir. 28’inci maddenin ikinci fıkrası yürürlükten bu gün kaldırılırsa o gün böyle kanunlar Anayasaya aykırı hâle gelir. O nedenle 28’inci maddenin ikinci fıkrasına dokunulmamalıdır.  (s.127)

3. Ölüm Cezasına (m.17/4) Yöneltilen Eleştiri ve Bu Eleştiriye Karşı Cevabımız

Anayasamızın 17’nci maddesinin dördüncü fıkrasında “mahkemelerce verilen ölüm cezalarının yerine getirilmesi hâli”nden bahsedilerek mahkemelerin ölüm cezası verebilecekleri öngörülmektedir. Partilerarası Uzlaşma Alt Komisyonu, 17’nci maddeden bu hükmün çıkarılması konusunda uzlaşmıştır[18]. Öncelikle belirtelim ki, Partilerarası Uzlaşma Alt Komisyonu bu konuda abesle iştigal etmektedir. Hukuk tekniği bakımından, Türkiye’de ölüm cezasının kaldırılması için anayasa değişikliği gerekli değildir. Kanunla bu ceza kaldırılabilir. Anayasalar yukarıda belirtildiği gibi, özgürlüklerin sınırlandırılmasını emreden değil, sınırlandırılmasına belirli ölçüde izin veren kurallardır. Anayasada ölüm cezasının geçmesi, kanun koyucunun mutlaka ölüm cezasını öngörmek zorunda olduğu anlamına değil, eğer ölüm cezasını öngörürse, bu cezanın Anayasaya aykırı olmayacağı anlamına gelir. O nedenle Türkiye’de yasama organı çıkaracağı bir kanunla ölüm cezasını ilga edebilir. O hâlde kanunla yapılabilecek bir şey için Anayasada değişiklik yapılmasının emek ve zaman kaybından başka bir anlamı yoktur.

Kaldı ki, ölüm cezasının insan haklarına ve demokrasiye aykırı olduğu da iddia edilemez. Bugün Amerika Birleşik Devletlerinin birçok eyaletinde bu ceza uygulanmaktadır. Ne var ki, Türkiye’de yaşama hakkının kutsal olduğu, ölüm cezasının insan haklarına aykırı olduğu yolunda eskiden beri bir propaganda yapılmaktadır. Dahası Türkiye’de 1984’ten beri ölüm cezalarının infaz edilmediği ve fiilen uygulamadan kalktığı gözlemlenmekte ve “nasılsa ölüm cezaları infaz edilmiyor; o hâlde resmen bu cezayı ilga edelim, yerine ömür boyu hapis cezası koyalım; bir şey değişmeyecek” deniyor. Bu iddia tutarlı görünmesine rağmen, kendi içinde önemli bir şeyi gizliyor. Evet doğru: Ölüm cezası ilga edilirse yerine ömür boyu hapis cezası konulacaktır. Ancak, 13.7.1965 tarih ve 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunun 19’uncu maddesine göre ömür boyu hapis cezasına mahkûm olacak hükümlüler 20 yıl hapiste yattıktan sonra şartlı tahliye hükümlerinden yararlanarak salıverileceklerdir. Yani ölüm cezası kaldırılırsa, ölüm cezası yerine konulacak ömür boyu hapis cezasına mahkûm olanlar, hiçbir zaman ömür boyu hapiste kalmayacak, yani hapiste ömürlerini tamamlamayacaklardır. İşte gizlenen husus budur. Oysa bu gün ömür boyu hapis cezasına mahkûm olanlar, gerçekten ömür boyu hapiste kalmakta ve hapiste ölmektedirler. Demek ki ömür boyu hapis cezasının resmen ilgası (yapılmak istenen) ile bu cezanın verilip infaz edilmemesi (mevcut durum) arasında önemli bir fark vardır. Ve bu fark her nedense halka söylenmemektedir. Eğer söylenirse, Türk halkı, bunu pek muhtemelen kabullenmeyecektir. Fevkalâde ağır suçlar işlemiş ve idam cezası yerine ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış kişilerin 20 yıl yatıp çıkması kamu vicdanını zedeleyecek niteliktedir. O nedenle, ölüm cezaları fiilen infaz edilmese de, bu cezanın mevzuatımızda muhafaza edilmesinde yarar vardır. Eğer her şeye rağmen ölüm cezası ilga edilecekse, ömür boyu hapis cezasına mahkûm olanların şartlı tahliye hükümlerinden yararlanamayacakları bir Anayasa kuralı ile öngörülmelidir.

4. Zorunlu Din Eğitimine (m.24/4) Yöneltilen Eleştiri ve Bu Eleştiriye Karşı Cevabımız

Anayasanın 24 üncü maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “din kültürü ve ahlâk eğitimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır” hükmü Türkiye’de çeşitli kesimler tarafından şiddetle eleştirilmektedir[19]. Dikkat edileceği gibi 24’üncü maddesine göre eğitimi zorunlu olan şey, “din kültürü ve ahlâk eğitimi”dir.  (s.128) Her hâlde ibarenin İslâm dininin inançlarının benimsetilmesini, ibadetlerinin öğretilmesini amaçladığını iddia edilemez. Eğer bu böyleyse, maddede geçen “din kültürü ve ahlâk eğitimi” ifadesinin inanç hürriyetine veya lâiklik ilkesine aykırı olması düşünülemez. Eğer uygulamada “din kültürü ve ahlâk eğitimi” derslerinde İslâm dininin inançları benimsetilmeye, ibadetleri öğretilmeye çalışılıyorsa, bunun suçlusu Anayasa değil, uygulamadır. Uygulamayı düzeltmek yerine Anayasa değiştirmenin bir anlamı yoktur.

5. Siyasî Partilerin Kapatılmasına (m.68/4-8) Yöneltilen Eleştiri ve Bu Eleştiriye Karşı Cevabımız

1982 Anayasasının 69’uncu maddesinin ilk şekli,

    "Siyasî partilerin kapatılması, Cumhuriyet Başsavcılığının açacağı dava üzerine, Anayasa Mahkemesince karara bağlanır.

    Temelli kapatılan siyasî partilerin kurucuları ile her kademedeki yöneticileri; yeni bir siyasî partinin kurucusu, yöneticisi ve denetçisi olamayacakları gibi, kapatılmış bir siyasî partinin mensuplarının üye çoğunluğunu teşkil edeceği yeni bir siyasî parti de kurulamaz”

diyordu. Bu hüküm, 1995 yılına kadar çeşitli çevrelerce eleştirilmiştir. Neticede bu hüküm, 23.7.1995 tarih ve 4121 sayılı kanunla aşağıdaki gibi değiştirilmiştir:

    “Siyasî partilerin kapatılması, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının açacağı dava üzerine Anayasa Mahkemesi'nce kesin olarak karara bağlanır.

    Bir siyasî partinin tüzüğü ve programının 68'inci maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı bulunması halinde temelli kapatma kararı verilir.

    Bir siyasî partinin 68'inci maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak, onun bu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak halinde geldiğinin Anayasa Mahkemesi'nce tespit dilmesi halinde karar verilir.

    Temelli kapatılan bir parti bir başka ad altında kurulamaz.

    Bir siyasî partinin temelli kapatılmasına beyan veya faaliyetleriyle sebep olan kurucuları dahil üyeleri, Anayasa Mahkemesi'nin temelli kapatmaya ilişkin kesin kararının Resmî Gazete'de gerekçeli olarak yayımlanmasından başlayarak beş yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olamazlar”.

Maddenin değiştirilen şekli de eleştirilmektedir. Özellikle Anayasa Mahkemesinin 16 Ocak 1998 tarih ve E.1997/2 ve K.1998/1 sayılı Kararıyla Refah Partisinin kapatmasından sonra, bu hüküm de değiştirilmesi, parti kapatmanın zorlaştırılması istenmeye başlanmıştır. Bu yolda Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz ile 251 milletvekili Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Anayasasının 69 uncu maddesinde değişiklik yapılmasına hakkında bir kanun teklifi sunmuşlardır[20]. Bu teklif Anayasa Komisyonuna 8 Mart 2000 günü ulaşmış, Komisyon da raporunu 24 Mart 2000 günü sunmuştur[21]. Bu değişiklik teklifi, siyasî partilerin kapatılmasını neredeyse imkânsız kılmaktadır; zira, bir siyasî partinin kapatılması için onun Anayasanın 68’inci maddesinin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak o partinin kanunla belirlenen ölçütlere göre bu nitelikteki fiilleri işlediğinin yetkili mahkemelerce kesin hükme bağlandığı ve bu kesin hükmün odak oluşturmaya yeterli olduğu hususunun Anayasa Mahkemesince tespiti halinde karar verilebileceği öngörülmektedir. Bu değişiklik günümüze kadar gerçekleştirilememiştir.

Birçok demokratik ülkenin anayasalarında doğrudan veya dolaylı olarak parti yasağına ilişkin hükümler vardır. Birçok demokratik ülkede partilerin kapatılması mümkündür[22]. Türkiye’de de bazı partilerin kapatılmasına zaman zaman ihtiyaç duyulmuştur; bundan sonra da duyulabilir. Türkiye’de şu ya da bu partinin kapatılmasının doğru olup olmadığı, bir ülkede anamuhalefet partisinin kapatılmasının demokrasi ilkesiyle ne kadar bağdaştığı sorunu, Anayasanın 69’uncu maddesinden (ne ilk şeklinden, ne de ikinci şeklinden) kaynaklanan bir sorun değildir. Türkiye’de siyasî partilerin kapatılması konusunda şikayetler varsa, bu şikayetler Anayasadan değil, bizzat Anayasa Mahkemesinin kararlarından kaynaklanmaktadır. 69’uncu maddenin eski şekli de, yeni şekli de siyasî partilerin  (s.129) kapatılmasını her halükârda emretmemektedir. Kapatma konusunda karar almaya yetkili makam Anayasa Mahkemesidir. Anayasa Mahkemesinin bu yetkisi ortadan kaldırılmadıkça, 69’uncu madde nasıl ifade edilirse edilsin, partileri kapatma konusunda takdir yetkisi Anayasa Mahkemesinde kalacaktır ve Anayasa Mahkemesi yine partileri kapatma konusunda demokrasi bakımından tartışmalı kararlar verebilecektir. Bu konudaki bir yanlışlık varsa, bu yanlışlık 69’uncu maddeden değil, Anayasa Mahkemesinden kaynaklanmaktadır. Eleştiriler de 69’uncu maddeye değil, Anayasa Mahkemesine yöneltilmelidir. Çare 69’uncu maddenin değiştirilmesi değil, Anayasa Mahkemesinin içtihatlarını değiştirmesidir. Siyasî partilerin kapatılması kurumu tamamen kaldırılırsa veya yapılmak istendiği gibi fiilen gerçekleşmesi imkânsız koşullara bağlanırsa bundan ülkemiz zarar görür. Türkiye’de, ülkeyi bölecek, demokrasiyi yıkacak nitelikte olan bölücü ve aşırı dinci partilerin kurulması her zaman ihtimal dahilindedir. Bu ülkenin parti kapatma kurumuna ihtiyacı vardır.

6. Yasama Dokunulmazlığına (m.83) Yöneltilen Eleştiri ve Bu Eleştiriye Karşı Cevabımız

Türkiye’de son dört-beş yıldır en çok eleştirilen Anayasa maddelerinden biri de yasama dokunulmazlığının düzenlenmiş olduğu 83’üncü maddedir. Yasama dokunulmazlığının kaldırılması veya kapsamının daraltılması istenmektedir[23]. Partilerarası Uzlaşma Alt Komisyonu da yasama dokunulmazlığının kapsamının sınırlandırılması konusunda uzlaşmıştır[24].

Yasama dokunulmazlığının kaldırılmasını veya sınırlandırılmasını isteyenler genellikle, yasama dokunulmazlığının Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere gibi ülkelerde olmadığını, oralarda parlâmento üyelerinin suçlarından dolayı yargılanabildiklerini ileri sürmektedirler. Örneğin Bülent Tanör’e göre,

“Yasama dokunulmazlığının anavatanı İngiltere olduğu hâlde, bu ülkede bu ‘zırh’ artık ceza kovuşturmalarına karşı değil, hukuk davalarına karşı koruyucu bir işleve indirgenmiştir”[25].

Tanör’ün bu iddiası yanlıştır. Yasama dokunulmazlığının anavatanı İngiltere değil, Fransa’dır[26]. Fransız İhtilalinden sonra toplanan Kurucu Meclis, 26-27 Haziran 1790 tarihli bir Kararname ile Meclis üyelerinin, Meclisin kararı olmaksızın ve “suçüstü (flagrant delit)” hali hariç, tutuklanamayacağını öngörmüştür[27]. İngiltere’de yasama dokunulmazlığı (freedom from arrest), ne tarihte, ne de günümüzde, parlâmento üyelerine ceza kovuşturmalarına (criminal proceedings) karşı bir koruma sağlamamıştır[28]. Oysa Bülent Tanör’e bakılırsa, İngiltere’de yasama dokunulmazlığı, önceden ceza kovuşturmalarına karşı koruma sağlarken, günümüzde “hukuk davalarına karşı koruyucu bir işleve indirgenmiştir”[29]. Bu doğru değildir. İngiltere’de eskiden de günümüzde de yasama dokunulmazlığı sadece hukuk davalarına (civil proceedings) karşı bir güvence sağlamaktadır[30].

Gerçekten de İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, İrlanda, Avustralya, Kanada gibi Anglo-Sakson hukuk sistemine mensup ülkelerde yasama dokunulmazlığı sadece hukuk davalarına karşı parlâmento üyelerini korumakta, ceza kovuşturmasına karşı ise korumamaktadır. Türkiye  (s.130) kıta Avrupası hukuk sistemine mensup bir ülkedir. Türkiye’deki bir hukuk kurumunu Anlo-Sakson hukuk sistemine mensup bir ülkedeki kurumla karşılaştırmak mukayeseli hukuk teorisinin temel ilkelerine aykırıdır. Türkiye’deki yasama dokunulmazlığı kurumunu Kıta Avrupası ülkelerindeki yasama dokunulmazlığı kurumuyla karşılaştırmamak gerekir. Şurasını açıkça ve  altını çizerek belirtmek isteriz ki, Hollanda hariç, kıta Avrupası hukuk sistemine mensup bütün ülkelerde yasama dokunulmazlığı kurumu mevcuttur. 1949 Alman Anayasası (m.46/2)[31], 1929 Avusturya Anayasası (m.57)[32], 1994 Belçika Anayasası (m.59)[33], 1953 Danimarka Anayasası (m.57)[34], 1999 Finlandiya Anayasası (m.30)[35], 1958 Fransız Anayasası (m.26/2)[36], 1978 İspanyol Anayasası (m.71)[37], 12 Şubat 1958 tarihli Knesset Hakkında İsrail Temel Kanunu (m.17)[38], 1975 İsveç Anayasası (bölüm 3, m.8)[39], 1999 İsviçre Anayasası (m.162)[40] ve Loi fédérale sur les garanties politiques et de police en faveur de la Confédération[41], 1947 İtalyan Anayasası (m.68)[42], 1944 İzlanda Anayasası (m.49)[43], 1946 Japon Anayasası (m.50)[44], 1868 Lüksemburg Anayasası (m.69)[45], 1814 Norveç Anayasası (m.66)[46], 1976 Portekiz Anayasası (m.160)[47] ve 1975 Yunan Anayasası (m.62)[48] yasama dokunulmazlığı kurumunu kabul etmiştir[49].

1982 Anayasasının yasama dokunulmazlığı ilişkin hükümleri (m.83/2-5) ile yukarıdaki anayasaların yasama dokunulmazlığına ilişkin hükümleri karşılaştırıldığında arada tamamıyla bir benzerlik olduğu görülmektedir. 1982 Anayasasının kabul ettiği yasama dokunulmazlığı yukarıdaki ülkelerdeki yasama dokunulmazlığından daha geniş, daha mutlak değildir. Yasama dokunulmazlığıyla ilgili olarak 1982 Anayasasının milletvekillerine tanıyıp da, başka ülke anayasalarının tanımadığı herhangi bir güvence yoktur. Her ülkede yasama dokunulmazlığı kapsamında parlâmento üyelerine tanınan güvenceler arasında birtakım farklılıklar vardır. Örneğin bazı ülkelerde, parlâmentonun izni olmaksızın parlâmento üyesini evi aranamaz, telefonu dinlenemez, parlâmento üyesi mahkemeye tanık olarak çağrılamaz iken, Türkiye’de Meclisin izni olmaksızın bunların yapılması mümkündür.

Yukarıda sayılan ülkelerden İtalya’da Anayasanın 68’inci maddesi 29 Ekim 1993 tarihli Anayasal Kanunla[50] ve Fransa’da da Anayasanın 26’ncı maddesi 5 Ağustos 1995 tarih ve 95-880 sayılı Anayasal Kanunla[51] değiştirilerek yasama dokunulmazlığının sınırlandırılması yoluna  (s.131) gidilmiştir. Bu ülkelerde yapılan değişiklikten sonra, parlâmento üyeleri hakkında soruşturma ve dava açılabilmekte; ama parlâmento üyeleri hakkında tutuklama gibi hürriyeti sınırlandırıcı veya hürriyetten mahrum edici herhangi bir tedbir yine parlâmentonun izni olmadıkça uygulanamamaktadır. Dolayısıyla Fransa ve İtalya’da yasama dokunulmazlığı kaldırılmış olmadığı gibi, parlâmento üyesinin parlâmento çalışmalarına katılmasını engelleyebilecek tarzda sınırlandırılmış da değildir.

Kıta Avrupası hukuk sistemine sahip ülkelerinin hiçbirinde, suçüstü hâli gibi sınırlı sayıda bazı istisnaî durumlar haricinde bir parlâmento üyesinin parlâmentonun izni olmadan tutuklanması mümkün değildir. Bu da demokrasi için gereklidir. Zira, yasama dokunulmazlığı parlâmento üyelerinin yürütme organı tarafından tahrik edilebilecek düzmece suç soruşturmalarıyla rahatsız edilmemesi amacıyla kabul edilmiş bir bağışıklıktır[52].

Eğer Türkiye’de Partilerarası Uzlaşma Alt Komisyonunun üzerinde uzlaştığı gibi[53] yasama dokunulmazlığı aşırı ölçüde sınırlanırsa, muhalefet milletvekilleri üzerinde baskı kurulabilir; onların yasama çalışmalarına katılmaları engellenebilir. Bundan ise, öncelikle Türk demokrasisi zarar görür.

83’üncü maddenin mevcut hâlinin, iddia edildiği gibi, milletvekillerine bir “zırh” tanıyan yönü yoktur. Milletvekilleri ağır cezalık suçüstü hâlinde tutuklanabilmekte ve yargılanabilmektedirler. Diğer hâllerde ise tutuklanabilmeleri ve yargılanabilmeleri için Meclisin izni gerekmektedir. Meclis izin vermemiş olsa bile milletvekiline karşı hukuk davası açılması ve keza görev süresi sona erdikten sonra milletvekiline karşı ceza davası açılabilmesi mümkündür.

7. Cumhurbaşkanının Yetkilerine (m.104) Yöneltilen Eleştiri ve Bu Eleştiriye Karşı Cevabımız

1982 Anayasasının kabul edildiği günden bu yana en çok eleştirilen maddelerinden biri de Cumhurbaşkanının yetkilerinin sayıldığı 104’üncü maddesidir. 104’üncü maddede Cumhurbaşkanının 20 küsur yetkisi sayılmaktadır. Cumhurbaşkanına elçi atamaktan rektör atamaya kadar çok önemli yetkilerin verildiği görülmektedir. Bu yetkilerin bir parlâmenter hükûmet sistemine sahip bir ülkenin Cumhurbaşkanı için gereğinden fazla olduğu iddia edilmektedir. Bu iddiayı savunabilmek için parlâmenter hükûmet sisteminin temellerinden biri olan “karşı-imza kuralı”nı[54] bilmemek gerekir. 1982 Anayasasının 104’üncü maddesinde sayılan yetkilerin hepsi ve daha fazlası bütün demokratik parlâmenter sistemlerde cumhurbaşkanlarına veya krallara tanınmaktadır[55]. Ancak bir parlâmenter demokraside cumhurbaşkanı veya kral, sahip olduğu bu yetkileri başbakan ve ilgili bakanın karşı-imzasını almadan kullanamaz. O nedenle, cumhurbaşkanının veya kralın birçok yetkiye sahip olmasının demokrasi bakımından hiçbir sakıncası yoktur. 1982 Anayasası da 105’inci maddesinde karşı-imza kuralını kabul etmiştir. 105’inci maddeye göre,

“Cumhurbaşkanının, Anayasa ve diğer kanunlarda Başbakan ve ilgili bakanın imzalarına gerek olmaksızın tek başına yapabileceği belirtilen işlemleri dışındaki bütün kararları, Başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır; bu kararlardan Başbakan ve ilgili bakan sorumludur”.

Demek ki 104’üncü madde de sayılan yetkilerini Cumhurbaşkanı, aksi Anayasada ve kanunlarda belirtilmiş ise, ancak Başbakan ve ilgili bakanların karşı imzasıyla kullanabilir.  Anayasada ve kanunlarda Cumhurbaşkanının tek başına yapabileceği işlemlerin neler olduğunu belirten bir hüküm olmadığına göre, Cumhurbaşkanının 104’üncü madde de sayılan bütün yetkileri (s.132) karşı-imza kuralına tâbidir[56]. Yani Cumhurbaşkanı Başbakan ve ilgili bakanın karşı-imzasını almadan elçi atayamayacağı gibi, rektör veya YÖK üyesi de atayamaz[57]. Türkiye’de Cumhurbaşkanının Başbakan ve Millî Eğitim Bakanının karşı-imzasını almadan Rektör ataması Anayasanın 105’inci maddesini aykırıdır. Cumhurbaşkanı 104’üncü maddede kendisine verilen yetkileri 105’inci maddeye uygun olarak Başbakan ve ilgili bakanın imzasını alarak kullanırsa ortada parlâmenter demokrasi açısından eleştirilecek hiçbir problem kalmaz. Yapılması gereken şey, 104’üncü maddedeki yetkileri Cumhurbaşkanından geri almak değil; Cumhurbaşkanının 104’üncü maddede kendisine verilen yetkileri 105’inci madde de öngörülen usûlle kullanmasını sağlamak; yani bu yetkileri karşı-imza kuralına tâbi tutmaktır. 105’inci madde zaten bunu yapmıştır. O hâlde 105’inci maddeye uyulursa ortada bir sorun kalmaz.

8. Millî Güvenlik Kuruluna (m.118) Yöneltilen Eleştiri ve Bu Eleştiriye Karşı Cevabımız

Anayasanın Millî Güvenlik Kurulunun düzenlendiği 118’inci maddesi demokratiklik bakımından en çok eleştirilen maddelerinden biridir. Bu maddenin tümden yürürlükten kaldırılmasını isteyenler vardır[58]. Partilerarası Uzlaşma Alt Komisyonu da 118’inci maddenin değiştirilmesinde uzlaşmış görünüyor[59]. Basında çıkan haberlere göre, Alt Komisyon raporunda, bir yandan, Millî Güvenlik Kuruluna, Başbakan Yardımcıları ile Maliye ve Adalet Bakanlarının üye olması öngörülerek Kurulun oluşumunda sivil üyelere ağırlık kazandırılmakta ve diğer yandan Millî Güvenlik Kurulu kararlarının “tavsiye” niteliğinde olduğunu vurgulanmakta imiş[60].

Öncelikle belirtelim ki, Millî Güvenlik Kurulu benzeri kurullar Amerika Birleşik Devletleri[61], Fransa[62], İtalya[63], Portekiz[64] gibi birçok demokratik ülkede vardır. Bu kurulların oluşumunda asker üyelerin veya sivil üyelerin ağırlık taşımasının bir önemi yoktur. Önemli olan nokta bu Kurulun kararlarının istişarî nitelikte olup olmamasıdır. Anayasamızın 118’inci maddesine göre, Millî Güvenlik Kurulunun kararları “görüş” niteliğindedir. Yani bunlar bağlayıcı değil “istişarî” nitelikte kararlardır. Bu kararların gereğini yapıp yapmamak Bakanlar Kurulu ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin takdirindedir. Kanun koymak yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisine, kanun hükmünde kararname, tüzük, yönetmelik, karar çıkarma yetkisi Bakanlar Kuruluna ait oldukça da bunun başka türlü olmasına imkân da yoktur. Millî Güvenlik Kurulunun kararları istişarî nitelikte oldukça, 118’inci maddede eleştirilecek hiçbir yön yoktur. Eleştirilecek bir yönü olmayan 118’inci madde daha nasıl düzenlenecektir? Yeni düzenlemede (s.133) hukukî değil, olsa olsa “edebî” değişiklikler yapılabilir. Mevcut madde metninde “görüş” kelimesi varken, Partilerarası Uzlaşma Alt Komisyonun önerdiği gibi metne bir de “tavsiye” kelimesi mi eklenecektir? 118’inci maddeyle uğraşmak abesle iştigalden başka bir şey değildir. Millî Güvenlik Kurulunun Anayasadaki düzenlenmesinde bir problem yoktur. Problem bu Kurula basın-yayın organlarının gösterdiği aşırı ilgide yatmaktadır. Değişiklik yapılması gereken şey, Anayasanın 118’inci maddesi değil, basın yayın organlarının ve genelde bütün toplumun askerler konusundaki bakış açısıdır. Bu ise hukukî değil, sosyolojik bir hadisedir. Anayasa değişikliği ile sosyolojik-psikolojik olguları değiştirmeye çalışmanın bir anlamı yoktur.

9. Cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesine Üye Seçme Yetkisine (m.146) Yöneltilen Eleştiri ve Bu Eleştiriye Karşı Cevabımız

1982 Anayasasının 146’ncı maddesinin ikinci fıkrasına göre Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçim usûlüşöyledir:

“Cumhurbaşkanı, iki asıl ve iki yedek üyeyi Yargıtay, iki asıl ve bir yedek üyeyi Danıştay, birer asil üyeyi Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurullarınca kendi Başkan ve üyeler arasında üye tam sayılarının salt çoğunluğu ile her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; bir asil üyeyi ise Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan Yükseköğretim Kurumları öğretim üyeleri içinden göstereceği üç aday arasından; üç asil ve bir yedek üyeyi üst kademe yöneticileri ile avukatlar arasından seçer”.

Buna göre, Anayasa Mahkemesi üyeleriniher halükârda Cumhurbaşkanı seçmektedir. Ancak, 11 üyeden 8’i için birtakım makamlar (Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, Sayıştay, Yükseköğretim Kurulu) Cumhurbaşkanına üç aday göstermekte, Cumhurbaşkanı da bu adaylardan birisini Anayasa Mahkemesi üyesi olarak atamaktadır. Burada aday gösterme yetkisinin çok önemli bir yetki olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Cumhurbaşkanı, 11 üyeden 3’ünü ise belli şartları taşıyan kimseler arasından doğrudan doğruya kendisi seçmektedir.

Anayasa Mahkemesine üye seçiminde Cumhurbaşkanına tanınan bu sınırlı yetki (sekiz üyeyi her biri için gösterilen üçer aday arasında seçmek ve üç üyeyi de doğrudan doğruya seçmek yetkisi) ülkemizde zaman zaman eleştirilmekte ve Anayasa Mahkemesinin bütün üyelerinin doğrudan doğruya yüksek mahkemeler tarafından kendi üyeleri arasından seçilmesi düşüncesi üstü açık veya örtülü bir şekilde dile getirilmektedir[65].

Kanımızca, Anayasa Mahkemesinin üye seçimi sisteminde Cumhurbaşkanına tanınan yetkilerde eleştirilecek bir yan yoktur. Bütün demokratik memleketlerde anayasa mahkemeleri üyeleri kısmen veya tamamen siyasal organlar tarafından seçilmektedir. Örneğin Amerika Birleşik Devletlerinde Yüksek Mahkemenin bütün üyeleri Başkan tarafından atanmaktadır. Almanya da ise Anayasa Mahkemesinin üyelerinin tamamı Parlâmento tarafından seçilmektedir (1949 Alman Anayasası, m.94/1). Fransız Anayasa Konseyinin dokuz üyesinden üçü Cumhurbaşkanı, üçü Millet Meclisi Başkanı, üçü de Senato Başkanı tarafından seçilmektedir (1958 Fransız Anayasası, m.56/1). İtalyan Anayasa Mahkemesinin onbeş üyesinden beşi Cumhurbaşkanı tarafından, beşi Parlâmento tarafından, beşi de İtalyan Yargıtayı, Danıştayı ve Sayıştayı tarafından seçilmektedir (1947 İtalyan Anayasası, m.135/1). İspanya’da Anayasa Mahkemesinin 12 üyesi kral tarafından atanır. (s.134) Krala bu üyelerden dördünü Kongre, dördünü Senato, ikisini Hükûmet, ikisini de Adliye Genel Konseyi önerir (1978 İspanyol Anayasası, m.159/1). Avusturya’da sekiz üyeyi Federal Hükûmet, üç üyeyi Millî Meclis, üç üyeyi ise Federal Meclis Cumhurbaşkanına önerir. Belçika’da ise, Senato tarafından sunulan iki misli aday arasından seçim ve atamayı Kral yapar. Portekiz Anayasa Mahkemesinin ise onüç üyesinden onu Parlâmento tarafından üçü ise Mahkemenin kendisi tarafından seçilmektedir (1976 Portekiz Anayasası, m.224/1)[66]. Bilindiği gibi 1961 Türk Anayasasına göre de (m.145), Anayasa Mahkemesinin üyelerinin üçü Millet Meclisi, ikisi Cumhuriyet Senatosu tarafından seçilmekteydi.

Bizim bildiğimiz kadarıyla, hiçbir demokratik ülkede Anayasa Mahkemesi üyeleri tamamı doğrudan doğruya yargı organları tarafından seçilmemektedir. Bize öyle geliyor ki, anayasa mahkemesi üyelerinin seçiminde yargı organlarına en fazla ağırlık veren ülke zaten Türkiye’dir. Mukayeseli hukukun verileri göz önünde bulundurulursa Anayasa Mahkemesine üye seçiminde Cumhurbaşkanına tanınan sınırlı yetkinin yadırganacak bir yanı yoktur.

10. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna (m.159) Yöneltilen Eleştiri ve Bu Eleştiriye Karşı Cevabımız

1982 Anayasasına karşı en sık yöneltilen eleştirilerden biri de, bu Anayasanın yargı bağımsızlığını zedelediğidir. Ne var ki bu eleştiriyi yöneltenler, bu eleştirilerini kanıtlamak için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun düzenlendiği 159’uncu madde dışında başka bir madde göstermezler. Çünkü göstermeleri de mümkün değildir. Zira yargı bağımsızlığı ve hakimlik teminatına ilişkin bilinen tüm ilkeler ve güvenceler Anayasamız tarafından kabul edilmiştir (m.138-144). Bu kişilerin Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna karşı yönelttikleri eleştiriye ise katılmak mümkün değildir. İlk önce 159’uncu maddenin eleştirilen kısmını görelim:

“Kurulun Başkanı, Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay Genel Kurulunun, iki asil ve iki yedek üyesi Danıştay Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından, her üyelik için gösterecekleri üçer aday içinden Cumhurbaşkanınca, dört yıl için seçilir”.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun oluşumunda Adalet Bakanı ve müsteşarının bulunması yargı bağımsızlığı açısından ülkemizde her zaman şiddetle eleştirilmekte[67] ve bu Kurulun sadece yargı organları tarafından seçilmiş hâkimlerden oluşması istenmektedir. Partilerarası Uzlaşma Alt Komisyonunda Adalet Bakanını ve Adalet Bakanlığı Müsteşarının Kurulun oluşumundan çıkarılması konusunda anlaştığı açıklanmıştır[68].

Ergun Özbudun’un isabetle belirttiği gibi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun

“bütün üyelerinin doğrudan doğruya yargı organları tarafından seçilmelerinin fayda ve sakıncaları konusunda pek çok söz söylenebilir. Şüphesiz böyle bir sistem hâkimlerin yasama ve yürütme organları karşısındaki bağımsızlığını en yüksek noktasına ulaştırır. Ancak öte yandan, hâkimlerin hâkimler tarafından seçilmesi anlamına gelen ‘kooptasyon’ sisteminin bir çeşit kast zihniyetine sahip bir ‘yargı teknokrasisi’nin oluşmasına, yargı organının toplumdaki değişimlere duyarsız kalmasına yol açabileceği de ileri sürülebilir. Üstelik, devlet bünyesi içinde son derece önemli bir görev ifa eden böyle bir kuruluşun, dolaylı ve dolaysız olarak millî iradeye dayanmasının millî egemenlik ve demokrasi ilkelerine uygun düşüp düşmeyeceği de tartışılabilir”[69].

Kanımızca, sırf Adalet Bakanı  ve müsteşarının bulunması nedeniyle Hâkimler ve Savcılar (s.135) Yüksek Kurulunun yargı bağımsızlığı ilkesini zedelediğini söylemek oldukça abartılı bir iddiadır. Bir kere hemen hatırlatalım ki, bu Kurul yedi kişiden oluşmaktadır. Kurulun Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı müsteşarı dışındaki diğer beş üyesi bağımsız hâkim niteliğindedir. Kurul kararlarını oy çokluğuyla alır. Adalet Bakanı ve müsteşarının oyu ağır basmaz. O halde bu Kurulda çoğunluğun bağımsız hâkim üyelerde olduğunu gözlemlemek zorundayız.

Ayrıca şuna işaret etmek gerekir ki, Adalet Bakanı, ülkenin adalet politikasının genel gidişinden[70] ve adalet hizmetlerinin iyi işlemesinden sorumludur. Adalet hizmetlerinde bir aksaklık varsa, bunun hesabını verecek olan bağımsız hâkimler değil, Adalet Bakanıdır. Böylesine sorumluluk altına giren bir Bakanın hâkimlerin atanmasında yetkili olan bir Kurulda bulunmasında ve bu Kurulda 1/7 oranında oy sahibi olmasında yadırganacak bir yan yoktur.

Diğer yandan belirtelim ki, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun oluşumunda Adalet Bakanı ve müsteşarının bulunması, karşılaştırmalı hukukun verileriyle tamamıyla uyuşum içindedir. Birçok batı demokrasisinde benzer kurullarda adalet bakanının bulunduğu gibi, hâkim olmayan ve yargı organları tarafından atanmayan kişiler de bulunmaktadır. Örneğin Fransa’da Hâkimlik Yüksek Konseyi(Conseil supérieur de la Magistrature), biri hâkimler (magistrats du siège), diğeri savcılar (magistrats du parquet) konusunda yetkili olan iki kuruldan (formation) oluşmaktadır. Hâkimler hakkında yetkili olan Kurulun, başkanı Cumhurbaşkanı, başkanvekili de Adalet Bakanıdır. Ayrıca bu Kurula yasama ve yargı organı mensubu olmayan kişiler arasından bir kişi Cumhurbaşkanı, bir kişi Meclis Başkanı, bir kişi de Senato Başkanı tarafından atanır (1958 Fransız Anayasası, m.65)[71]. Bu Kurulda ayrıca beş hâkim, bir savcı, bir de Danıştay (Conseil d’Etat) üyesi yer alır. Dolayısıyla bu dairenin toplam 12 üyesi vardır. Bu 12 üyeden 5’i bağımsız hâkim niteliğinde değildir (Cumhurbaşkanı, Adalet Bakanı, Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Senato Başkanı tarafından seçilen 3 üye). Keza İtalya’da Hâkimlik Yüksek Konseyi(Consiglio superiore della Magistratura) üyelerinin üçte biri Parlamento tarafından hâkim olmayanlar (hukuk fakültesi profesörleri ve 15 yıllık deneyime sahip avukatlar) arasından seçilmektedir (1947 tarihli İtalyan Anayasası, m.104). İspanya’daise benzer kurulun (Yargı Kuvveti Genel Konseyi) üyeleri Kral tarafından atanan yirmi üyesinin on ikisi hâkimler arasından, dördü Meclisin, dördü ise Senatonun önerisi üzerine avukatlar ve diğer hukukçular arasından seçilmektedir (29 Aralık 1978 tarihli İspanyol Anayasası, m.122/3).

Şeref Ünal’ın Anayasa Hukuku Açısından Mahkemelerin Bağımsızlığı ve Hâkimlik Teminatı başlıklı kitabının 66’ncı sayfasında hâkimlerin atanmaları, azilleri konusunda yetkili makamları gösterir bir tablo vardır[72]. Bu tablo incelendiğinde şunlar görülmektedir: Almanya’da dört eyalet dışında diğer eyaletlerde hâkimleri atama yetkisi yürütme organına aittir. Amerika Birleşik Devletlerindeise federal hâkimleri atama yetkisi yürütme organına (Federal Başkana) aittir. Bu ülkede eyaletlerdeki hâkimlerin atanma usûlü ise eyaletten eyalete değişmektedir. Kimi eyaletlerde hâkimler vali, kimisinde ise halk tarafından seçilmektedir. Kimisinde ise kısmen yürütme, kısmen de yasama organı tarafından atanmaktadırlar. Avusturya’da, Belçika’da, İngiltere’de, İsveç’te Japonya’da ve Norveç’te hâkimleri yürütme organı atamaktadır.

Yukarıda görüldüğü gibi, demokratik ülkelerde hâkimlerin atanmasının yürütme organına verilmesi mümkündür. Keza, hâkimlerin atanması için bir kurul oluşturulmuşsa, bu kurulun sadece yargı organı tarafından seçilmiş bağımsız hâkimlerden oluşması şart değildir. O halde, Türkiye’de (s.136) hâkimlerin atanması usûlünün ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun oluşum tarzının hâkimlerin bağımsızlığı ilkesine aykırı olduğunu söylemek mümkün değildir.

SONUÇ

Yukarıda 1982 Anayasasına yöneltilen on eleştiri ve bu eleştirilere karşı verdiğimiz on cevap sıralanmıştır. Bu eleştiriler ve cevaplar göstermektedir ki, 1982 Anayasasının demokrasiye, insan haklarına, yargı bağımsızlığına aykırı bir yanı yoktur. 1982 Anayasasının eleştirilen bütün hükümlerinin benzerleri veya daha ağırları çağdaş demokratik ülkelerin anayasalarında mevcuttur.

 

 

 

 

 

BİBLİYOGRAFYA

 

ATAR (Yavuz), Demokrasilerde Anayasal Değişmenin Dinamikleri ve Anayasa Yapımı, Konya, Mimoza, 2000.

BİSCARETTİ Dİ RUFFİA (Paolo), Diritto Costitutizionale, Napoli, Jovene Editore, 1989, s.491).

DE SMİTH (S.A,) ve BRAZİER (Rodney), Constitutional and Administrative Law, London, Penguin Books, Altıncı Baskı, 1989.

FAVOREU (Louis) et al., Droit constitutionnel, Paris, Dalloz, 1998.

GÖZLER (Kemal), Cumhurbaşkanı-Hükûmet Çatışması, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, 2000.

GÖZLER (Kemal), Kurucu İktidar, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, 1998.

GÖZLER (Kemal), Türk Anayasa Hukuku, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, 2000.

HOOD PHİLLİPS (Owen) ve JACKSON (Paul), Constitutional and Administrative Law, London, Sweet & Maxwell, Yedinci Baskı, 1987.

JACKSON (Vicki C.) ve TUSHNET (Mark), Comparative Constitutional Law, New York, Foundation Press, 1999.

KABOĞLU (İbrahim Ö.), Anayasa ve Toplum, Ankara, İmge Yayınları, 2000.

KABOĞLU (İbrahim Ö.), Anayasa Yargısı, Ankara, İmge Yayınları, Üçüncü Baskı, 2000.

LAFERRİÈRE (Julien), Manuel de droit constitutionnel, Paris, Editions Domat-Montchrestien, İkinci Baskı, 1947.

RUMPF (Christian), Türk Anayasa Hukukuna Giriş, Ankara, 1995.

SAĞLAM (Fazıl), Siyasal Partiler Hukukunun Güncel Sorunları, İstanbul, Beta Yayınları, 1999.

SELÇUK (Sami), “1999-2000 Adlî Yıl Açış Konuşması”, http://yargitay.gov.tr/bilgi/adli/99-20.html (25.5.2001).

SEZER (Ahmet Necdet), “Açış Konuşması”, Anayasa Yargısı, Ankara, Anayasa Mahkemesi Yayınları, 1998, Cilt 15, s.3.

TANÖR (Bülent), İki Anayasa: 1961-1982, İstanbul, Beta Yayınları, Üçüncü Baskı, 1994.

TANÖR (Bülent), Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, İstanbul, BDS Yayınları, 1994.

TOİNET (Marie France), Le système politique des Etats-Unis, Paris, PUF, İkinci Baskı, 1990.

TRİBE (Laurence H.), American Constitutional Law, New York, Foundation Press, Üçüncü Baskı, 2000.

TÜLEN (Hikmet), “Gündemin Değişmeyen Konusu: Anayasa Değişikliği Tartışmaları”, Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 4, Sayı 1-2, (2000), s.197-218.

TÜSİAD (Hazırlayan Bülent Tanör), Türkiye’de Demokratik Standartların Yükseltilmesi: tartışmalar ve Son gelişmeler, İstanbul, TÜSİAD Yayınları, 1999.

TÜSİAD (Hazırlayan Bülent Tanör), Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri, İstanbul, TÜSİAD Yayınları, 1997.

ÜNAL (Şeref), Anayasa Hukuku Açısından Mahkemelerin Bağımsızlığı ve Hâkimlik Teminatı, Ankara, TBMM Kültür ve Sanat Yayın Kurulu Yayınları, 1994, s.93.

ÜSKÜL (Zafer), Türkiye’nin Anayasa Sorunu, İstanbul, AFA Yayınları, 1991.

WİLSON (James Q.) ve DİIULLİO (John J.), American Government: Institutions and Policies, Lexington, D.C. Heath and Company, 1995.

 


 

[1].   Anayasaların istikrarı ve değiştirilmesi konusunda bkz. Kemal Gözler, Kurucu İktidar, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, 1998, s.108-114, 158-169.

[2].   Değişikliklerin listesi ve yayınlandıkları Düstur bilgileri için bkz. Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, 2000, s.41.

[3].   Değişikliklerin listesi ve yayınlandıkları Düstur bilgileri için bkz. Gözler, Türk Anayasa Hukuku, op. cit., s.75.

[4].   Değişikliklerin listesi ve yayınlandıkları Düstur ve Resmî Gazete bilgileri için bkz. Gözler, Türk Anayasa Hukuku, op. cit., s.92

[5].   Değişikliklerin listesi ve yayınlandıkları Resmî Gazete bilgileri için bkz. Gözler, Türk Anayasa Hukuku, op. cit., s.103.

[6].   Hikmet Tülen, “Gündemin Değişmeyen Konusu: Anayasa Değişikliği Tartışmaları”, Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 4, Sayı 1-2, (2000), s.197-218.

[7].   Hikmet Tülen, 1982 Anayasasına yöneltilen eleştirilerin oldukça güzel bir envanterini çıkarmaktadır. (Hikmet Tülen, “Gündemin Değişmeyen Konusu: Anayasa Değişikliği Tartışmaları”, Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 4, Sayı 1-2, 2000, s.197-218). Yazar bu eleştirilerin haklılığı konusunda herhangi bir değerlendirmede bulunmadan bunların bir tasvirini yapmaktadır. 1982 Anayasasına en şiddetli eleştiriler şu yazarlar tarafından yöneltilmiştir: Bülent Tanör, İki Anayasa: 1961-1982, İstanbul, Beta Yayınları, Üçüncü Baskı, 1994, 95-177; Bülent Tanör, Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, İstanbul, BDS Yayınları, 1994, s.11-250; Zafer Üskül, Türkiye’nin Anayasa Sorunu, İstanbul, AFA Yayınları, 1991; TÜSİAD (Hazırlayan Bülent Tanör), Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri, İstanbul, TÜSİAD Yayınları, 1997; TÜSİAD (Hazırlayan Bülent Tanör), Türkiye’de Demokratik Standartların Yükseltilmesi: tartışmalar ve Son gelişmeler, İstanbul, TÜSİAD Yayınları, 1999; Yavuz Atar, Demokrasilerde Anayasal Değişmenin Dinamikleri ve Anayasa Yapımı, Konya, Mimoza, 2000, s.108-120; İbrahim Ö. Kaboğlu, Anayasa ve Toplum, Ankara, İmge Yayınları, 2000, (özellikle s.94-122 sayfaları arasında yer alan “Anayasa Değişikliğinin Etkileri”, “Hukuku Gerileten Anayasa”, Nasıl Bir Çağdaş Anayasa” başlıklı bölümler). Ayrıca 1982 Anayasasına eleştirmeye yönelik seminer ve kongreler de yapılmıştır. Örneğin bkz.: İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanlığı 14 Ekim 1999 tarihinde Ankara’da “Hukukun Üstünlüğü, Demokrasi, İnsan Hakları” başlıklı bir seminer düzenlemiştir. Bu seminerde sunulan tebliğlerin yayınlandığı anlaşılıyor: Hukukun Üstünlüğü, Demokrasi, İnsan Hakları, Ankara, Başbakanlık Basımevi, 1999 (nakleden: Tülen, op. cit., s.207). Keza, 29-30 Haziran 2000 tarihlerinde Ankara’da “Türkiye’de Anayasa Reformu: İlkeler ve Sonuçlar” konulu bir Kongre de düzenlenmiştir.

[8].   Sami Selçuk, “1999-2000 Adlî Yıl Açış Konuşması”, http://yargitay.gov.tr/bilgi/adli/99-20.html (25.5.2001).

[9].   Milliyet, 24 Mayıs 2001; Hürriyet, 24 Mayıs 2001; Sabah, 24 Mayıs 2001; http://www.milliyet. com.tr/content/ dosya/ siyaset/ anayasa.html (24.05.2001).; http:// www. ntvmsnbc.com/news/ 84657.asp#BODY (24.05.2001).; http://www.sabah.com.tr/ 20010524/ w/p04.html (24.05.2001).

[10]. Biz bunun tam metnine sahip değiliz. Bu metin Türkiye Büyük Millet Meclisinin web sayfasına konulmamıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Komisyonundan e-mail yoluyla istememize rağmen bu konuda bize bir cevap verilmemiştir. Bu metnin özetleri 24 Mayıs 2001 tarihli gazetelerde yayınlanmıştır. Örneğin bkz. http://www. milliyet.com.tr/ content/dosya/siyaset/anayasa.html (24.5.2001); http://www.ntvmsnbc.com/ news/84657. asp# BODY (24.5.2001); http://www.sabah. com.tr/20010524/ w/p04.html (24.5.2001).

[11]. Christian Rumpf, Türk Anayasa Hukukuna Giriş, Ankara, 1995, s.51.

[12]. http://www.milliyet.com.tr/content/dosya/siyaset/ anayasa. html (25.5.2001).

[13]. Bu konudaki ilk görüş anayasa hukuku profesörü ve Galatasaray Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erdoğan Teziç’ten geldi: Teziç’e göre “değiştirilemez hükümler siyasî niteliktedir ve bu nedenle değiştirilmelerine hukuken bir engel yoktur” (http://www. ntvmsnbc. com/news/84657. asp#BODY, 27.5.2001).

[14]. Benzer bir yasak Anayasanın 26’ncı maddesinin üçüncü fıkrasında da vardır: “Düşüncelerin açıklanmasında kanunla yasaklanmış herhangi bir dil kullanılamaz”.

[15]. http://www.milliyet.com.tr/content/dosya/ siyaset/ anayasa. html (25.5.2001).

[16]. TÜSİAD (Hazırlayan Bülent Tanör), Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri, İstanbul, TÜSİAD Yayınları, 1997, s.155.

[17]. Journal officiel, 5 Ağustos 1994, s.11392-11395.

[18]. http://www.milliyet.com.tr/content/ dosya/ siyaset/ anayasa.html (25.5.2001).

[19]. Örneğin TÜSİAD (Tanör), Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri, op. cit., s.117-118.

[20]. Dönem 21, Yıl 1, S. Saysı 389. http://www.tbmm.gov.tr/ sirasayi/ donem21/ yil01/ ss389m. htm (29.5.2001).

[21]. http://www.tbmm.gov.tr/ sirasayi/ donem21/ yil01/ ss389m. htm (29.5.2001).

[22]. Bu konuda örnekler için bkz.: Fazıl Sağlam, Siyasal Partiler Hukukunun Güncel Sorunları, İstanbul, Beta Yayınları, 1999, s.55-73.

[23]. TÜSİAD, (Tanör), Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri, op. cit., s.67.

[24]. http://www.milliyet.com.tr/content/ dosya/siyaset/anayasa.html (25.5.2001).

[25]. TÜSİAD (Tanör), Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri, op. cit., s.67.

[26]. İngiltere yasama dokunulmazlığının değil, yasama sorumsuzluğunun anavatanıdır. (Julien Laferrière, Manuel de droit constitutionnel, Paris, Editions Domat-Montchrestien, İkinci Baskı, 1947, s.708). İngiltere’de yasama sorumsuzluğu (freedom of speech) 1689 tarihli Bill of Rights’ın 9’uncu maddesi ile kabul edilmiştir. Bu maddeye göre “Parlâmentoda söz, tartışma ve usûl hürriyeti, bir mahkeme önünde veya parlâmento dışında hiçbir yerde soruşturma konusu olmayacaktır” (S. A. de Smith ve Rodney Brazier, Constitutional and Administrative Law, London, Penguin Books, Altıncı Baskı, 1989, s.315).

[27]. Laferrière, op. cit., s.716-717.

[28]. Owen Hood Phillips ve Paul Jackson, Constitutional and Administrative Law, London, Sweet & Maxwell, Yedinci Baskı, 1987, s.241; De Smith ve Brazier, op. cit., s.322.

[29]. TÜSİAD, (Tanör), Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri, op. cit., s.67.

[30]. Hood Phillips ve Jackson, op. cit., s.241; De Smith ve Brazier, op. cit., s.322.

[31]. http://www.uni-wuerzburg.de/ law/ gm00000_.html (1.2.2001).

[32]. http://www.uni-wuerzburg.de/ law/as00000_.html

[33]. http://www.senate.be/ senbeldocs/ constitution/ const_fr. html (1.2.2001); http://www.uni-wuerzburg.de/ law/ be00000_.html. (1.2.2001).

[34]. http://www.uni-wuerzburg.de/ law/da00000_.html (1.2.2001).

[35]. http://www.om.fi/ constitution/ 3340.htm (1.2.2001).

[36]. http://www.legifrance. gouv.fr/html/frame_ constitution.htm (1.2.2001); http://www. assemblee-nationale.fr/ 8/8ab.htm (1.2.2001).

[37]. http://www.uni-wuerzburg.de/law/ sp00000_.html

[38]. http://www.uni-wuerzburg.de/ law/is0000_.html (2.1.2001).

[39]. http://www.uni-wuerzburg.de/ law/sw00000_.html (1.2.2001).

[40]. http://www.admin.ch/ ch/f/rs/101/ index.html (1.2.2001); http://www.uni-wuerzburg.de/ law/ sz00000_. html (1.2.2001).

[41]. http://www.ipu.org/ parline-f/ reports/1303.htm (1.5.2001).

[42]. http://www. palazzochigi.it/ sez_costituzione.html (1.2.2001); http://www.uni-wuerzburg.de/ law/it00000_.html (1.2.2001).

[43]. http://www. richmond.edu/~ jpjones/ confinder/ Iceland2.htm (1.2.2001).

[44]. http://www.uni-wuerzburg.de/ law/ja00000_.html (1.2.2001).

[45]. http://www.etat.lu/SCL/ CNST0999.PDF (10.3.2001); http://www.uni-wuerzburg.de/law/lu__ indx.html (1.2.2001).

[46]. http://odin.dep.no/ odin/ engelsk/ norway/ system/032005-990424/ index-dok000-b-n-a.html (1.2.2001).

[47]. http://www. parlamento.pt/ constit/ crp_ing.html (1.2.2001).

[48]. http://www.uni-wuerzburg.de /law/ gr0000_.html (1.2.2001).

[49]. Biz karşılaştırmalı anayasa hukuku açısından yasama dokunulmazlığı konusunda bir makale hazırladık. Bu makale ilerideki günlerde bir Fakülte dergisinde yayınlanacaktır. Bu makalede çeşitli ülkelerdeki yasama dokunulmazlığına ilişkin durum ayrıntılarıyla gösterilmektedir.

[50]. La legge cost. 29 ottobre 1993, n. 3 (G.U. 30 ottobre 1993, n. 256).  (http://www.palazzochigi.it/ sez_costituzione/note.html, 1.2.2001).

[51]. Loi constitutionnelle n° 95-880 du 4 août 1995 (Journal officiel du 5 août 1995)

[52]. Yasama dokunulmazlığı amacı ve gerekliliği konusunda bkz. Gözler, Türk Anayasa Hukuku, op. cit., s.323-324.

[53]. http://www.milliyet.com.tr/ content/dosya/ siyaset/ anayasa. html (25.5.2001).

[54]. Karşı-imza kuralı hakkında bkz. Kemal Gözler, Devlet Başkanları: Bir Karşılaştırmalı Anayasa Hukuku İncelemesi, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, 2001, s. 235-264.

[55]. Bkz. Gözler, Devlet Başkanları, op. cit., s.117-234.

[56]. Bu konuda bkz. Kemal Gözler, Cumhurbaşkanı-Hükûmet Çatışması, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, 2000, s.56-65.

[57]. Ibid., s.63-65.

[58]. Örneğin TÜSİAD, (Tanör), Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri, op. cit., s.85.

[59]. http://www.milliyet.com.tr/ content /dosya/ siyaset/ anayasa.html (25.5.2001).

[60]. Ibid.

[61]. National Security Council(Millî Güvenlik Konseyi1947’de National Security Actile kurulmuştur. Konsey Amerika Birleşik Devletlerinin dış politika ve ulusal savunma alanında karşılaştığı sorunlar hakkında başkana danışmanlık yapar. Konseyde Başkan, Başkan Yardımcısı, Devlet Sekreteri (=Dışişleri Sekreteri), Savunma Sekreteri, Genelkurmay Başkanı ve CIA Müdürü bulunur. Bunların dışında Başkan gerekli gördüğü kişileri de Konseye davet edebilir (Marie France Toinet, Le système politique des Etats-Unis, Paris, PUF, İkinci Baskı, 1990, s.198; Louis Favoreu et al., Droit constitutionnel, Paris, Dalloz, 1998, s.587; James Q. Wilson ve John J. DiIullio, American Government: Institutions and Policies, Lexington, D.C. Heath and Company, 1995, s.586-587).

[62]. 1958 Fransız Anayasasının 15’inci maddesinde “Millî Savunma Yüksek Kurul ve Komiteleri (Conseil et Comités supérieurs de la Défence nationale ” geçmektedir.

[63]. 1947 İtalyan Anayasası Cumhurbaşkanının başkanlığında bir “Savunma Yüksek Konseyi (Consiglio Supremo di Difesanin kanunla kurulmasını öngörmektedir (m.87/9, 10). Bu Konsey, 28 Haziran 1950 tarih ve 624 sayılı Kanunla kurulmuştur (Paolo Biscaretti di Ruffia, Diritto Costitutizionale, Napoli, Jovene Editore, 1989, s.491).

[64]. Portekiz de “Ulusal Savunma Yüksek Kurulu (Conselho Superior de Defesa Nacional)” 1976 Portekiz Anayasasının 274’üncü maddesi ile kurulmuştur (http://www. parlamento.pt/ constit/ crp_ing.html, 1.2.2001).

[65]. Örneğin Anayasa Mahkemesinin eski başkanı Ahmet Necdet Sezer, Anayasa Mahkemesinin 36’ncı kuruluş yıldönümü münasebetiyle düzenlenen törende şu görüşü dile getirmiştir: “Görevi ile ilgili suç işlediğinde kendisini ‘YÜCE DİVAN’ sıfatı ile yargılayacak ya da açabileceği bir iptal davasına bakacak olan Anayasa Mahkemesi’nin üyelerini devletin ve bu bağlamda yürütme organının da başı olan, Cumhurbaşkanı’nın seçmesi yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü ile bağdaşmamaktadır” (Ahmet Necdet Sezer, “Açış Konuşması”, Anayasa Yargısı, Ankara, Anayasa Mahkemesi Yayınları, 1998, Cilt 15, s.3); TÜSİAD (Tanör), Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri, op. cit., s.174-177.

[66]. Değişik ülkelerin Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimi konusunda bkz.: Vicki C. Jakson ve Mark Tushnet, Comparative Constitutional Law, New York, Foundation Press, 1999, s.498-539; İbrahim Ö. Kaboğlu, Anayasa Yargısı, Ankara, İmge Yayınları, Üçüncü Baskı, 2000, s.27-41.

[67]. Bu eleştirilerin bir listesi için bkz.: Şeref Ünal, Anayasa Hukuku Açısından Mahkemelerin Bağımsızlığı ve Hâkimlik Teminatı, Ankara, TBMM Kültür ve Sanat Yayın Kurulu Yayınları, 1994, s.85-86. Bu eleştirileri dile getirenlerin yazıları için aynı eserin 85’inci sayfasında yer alan 229’uncu dipnota bakınız.

[68]. http://www.milliyet.com.tr/ content/ dosya/ siyaset/ anayasa. html (25.5.2001).

[69]. Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, Ankara, Yetkin Yayınları, Altıncı Baskı, 2000, s.361.

[70]. Ünal, op. cit., s.93.

[71]. 1958 Fransız Anayasasının 65’inci maddesinin 27 Temmuz 1993 tarih ve 93-952 sayılı Anayasal Kanun ile değişik şekli, Journal officiel, 28 Temmuz 1993.

[72]. Ünal, op. cit., s.67.

 

 

 

 


Bu makalenin aslı "Türkiye Günlüğü"nde yayınlanmıştır.



Copyright

c) Kemal Gözler. 2001-2004. Bu sayfaya izin almadan link verilebilir. Ancak, bu web sayfası, önceden izin almaksızın ne suretle olursa olsun, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, tekrar yayınlanamaz, dağıtılamaz, başka internet sitelerine metin olarak konulamaz. İzin için yazara başvurunuz. 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 3.3.2004 tarih ve 5101sayılı kanunla değişik 71 ve 72’nci maddeleri, bir kitabı herhangi bir yöntemle (fotokopi dahil) çoğaltanları, dağıtanları, satanları, elinde bulunduranları, paraya çevrilmeksizin, 2 (iki) yıldan 4 (dört) yıla kadar hapis cezası veya 50.000 liradan 150.000 liraya kadar ağır para cezasıyla veya zararın ağırlığı dikkate alınırık bunların her ikisiyle birden cezalandırmaktadır.

Alıntılar (İktibas) Konusunda Açıklamalar

Bu makaleden yapılacak alıntılarda (iktibaslarda) 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 35’inci maddesinde öngörülen şu şartlara uyulmalıdır: (1) İktibas, bir eserin “bazı cümle ve fıkralarının” bir başka esere alınmasıyla sınırlı olmalıdır (m.35/1). (2) İktibas, maksadın haklı göstereceği bir nispet dahilinde ve münderecatını aydınlatmak maksadıyla yapılmalıdır (m.35/3). (3) İktibas, belli olacak şekilde yapılmalıdır (m.35/5) [Bilimsel yazma kurallarına göre, aynen iktibasların tırnak içinde verilmesi ve iktibasın üç satırdan uzun olması durumunda iktibas edilen satırların girintili paragraf olarak dizilmesi gerekmektedir]. (4) İktibas ister aynen, ister mealen olsun, eserin ve eser sahibinin adı belirtilerek iktibasın kaynağı gösterilmelidir (m.35/5). (5) İktibas edilen kısmın alındığı yer belirtilmelidir (m.35/5).

5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 21.2.2001 tarih ve 4630 sayılı kanunla değişik 71’inci maddesinin 4’üncü fıkrası, 35’inci maddeye aykırı olarak “kaynak göstermeyen veya yanlış yahut kifayetsiz veya aldatıcı kaynak” göstererek iktibas yapan kişileri, 4 (dört) yıldan 6 (altı) yıla kadar hapis ve 50.000 liradan 150.000 liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırmaktadır.

Ayrıca Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 18 Şubat 1981 tarih ve E.1980/1, K.1981/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre kararına göre, “iktibas hususunda kullanılan eser sahibinin ve eserinin adı belirtilse bile eser sahibi, haksız rekabet hükümlerine dayanarak Borçlar Kanununun 49. maddesindeki koşulların gerçekleşmesi halinde manevi tazminat isteyebilir”.

Yukarıdaki şartlara uygun olarak alıntı yapılırken bu makaleye şu şekilde atıf yapılması önerilir:

Kemal Gözler, "Anayasa Değişikliği Gerekli mi?" Türkiye Günlüğü, Sayı 65, Bahar 2001, s.108-123. ( www.anayasa.gen.tr/adegisikligi.htm; erişim tarihi).


Bu Sayfa: www.anayasa.gen.tr/adegisikligi.htm
(Son Değişiklik: 20 Mayıs 2004)


Editör: Kemal Gözler

Ana Sayfa: www.anayasa.gen.tr